02 Aralık 2013

MİDE KANSERİ TEŞHİSİNDE GEÇ KALMAYIN!


Sindirim sistemi denildiğinde ilk aklımıza gelen rahatsızlıklar gastrit ve reflüdür. En sık karşılaştığımız hastalıklar bu ikisi olmasına rağmen bunlarla benzer belirtiler veren tehlikeli bir hastalık daha vardır; Mide kanseri. 


Opr.Dr.Mücteba Gündüz
Genel Cerrahi Uzmanı

Bu sebeple mide kanserinin teşhisi hayati öneme sahiptir. Mide kanseri en sık görülen sindirim sistemi kanseridir. Mide kanseri erken dönemde hiç belirti vermeyebildiği gibi daha sonraki dönemlerde gastrit, ülser ve reflüden ayırt edilemeyecek şikayetlerle karşımıza çıkabilir. Bu belirtiler arasında şişkinlik, hazımsızlık, bulantı, kusma ve karın ağrısını sayabiliriz. Mide kanseri ancak çok ileri safhalarda kilo kaybı, şiddetli karın ağrısı ve önlenemeyen kusma gibi kendini diğer hastalıklardan ayırt eden şikayetlere neden olur. Artık bu dönemde hastalık ilerlemiştir ve etkin bir tedavi şansı yoktur.


Erken evrede belirlenen mide kanserinde iyi bir cerrahi tedavi ile çok başarılı sonuçlar alınabilmektedir. Bu sebeple bireylerin taramaya girmeleri konusunda gelişme kaydetmemiz gerekmektedir. Bu taramalar gelişen endoskopik yöntemlerle kolaylıkla ve yüksek doğruluk oranı ile yapılabilmektedir. Özellikle sindirim sistemi kanserlerinde yeterli tedavi erken teşhis ile sağlanabilmektedir. 


STRES VE YOĞUN İŞ TEMPOSU STRESE VE YEME BOZUKLUĞUNA BAĞLI HASTALIKLARI DA TETİKLEMEKTEDİR.

Çağımızın getirdiği stres ve yoğun iş temposu strese ve yeme bozukluğuna bağlı hastalıkları da tetiklemektedir. Ülser ve reflü bu hastalıkların başında gelmektedir. Reflü hastalığında temel tedavi beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi ve ilaç tedavisidir. Cerrahi tedavi ise ilk seçenek olmamakla birlikte başarılı bir tedavi yöntemidir. Ameliyata hastanın tedaviye verdiği yanıt ve hastanın bireysel özellikleri göz önüne alınarak karar verilmelidir.  Ülserin tedavisi ise gastroskopi ile ülserin özellikleri detaylı olarak saptandıktan sonra ilaç tedavisi ile yapılmaktadır. Artık günümüzde ülser nedeni ile neredeyse hiç ameliyat yapılmamaktadır. Modern ilaçlar ülser tedavisinde oldukça başarılıdır. Ülser nedeniyle ameliyat ancak durdurulamayan kanama ve delinme ülser komplikasyonları geliştiğinde yapılmaktadır. Burada önemli olan hastanın mutlaka bir hekim kontrolünden geçmesidir. Mide kanserinin belirtileri bazen ülser veya reflü ile tamamen benzer olabilmekte ve teşhis ve tedavi konusunda geç kalınabilmektedir 



MİDE KANSERİ, KANSERDEN ÖLÜM SIRALAMASINDA 2. SIRADA 

Ülkemizde mide ve kalın bağırsak kanserleri en sık görülen kanser türleri arasında bulunuyor. Mide kanseri dünyada en sık görülen 4. kanser türüdür ve Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre de kanserden ölümlerin en sık 2. nedenidir. Kırk yaşını aşmış ve herhangi bir mide şikayeti olan kimselerin mutlaka gastroskopi yaptırmaları gerekmektedir. Kilo kaybı, tekrarlayan kusma, yutma güçlüğü, kanama ve kansızlık gibi alarm verici belirtileri olan kişilere yaşları ne olursa olsun gastroskopi yapılmalıdır. Ayrıca ailesinde mide kanseri öyküsü olanların belli aralıklarla bu tetkiki tekrarlamaları gerekmektedir. Ancak bu şekilde yapılan endoskopilerle hastalığın erken yakalanması mümkün olabilmektedir. 




“Mide kanserinin oluşumunda beslenme çok önemli bir etkendir.


Sebze ve meyveden fakir diyet, kurutulmuş, tütsülenmiş ve tuzlanmış gıdalar, gıdaların bileşimindeki nitratlar, A ve C vitamini eksiklikleri önemli risk faktörleridir.  Erkeklerde kadınlara göre iki kat daha sık görülür. Sigaranın da bir risk faktörü olduğu bilinmektedir. Yaşanılan coğrafi bölge de mide kanseri gelişimde etkilidir. Hastalığın erken dönemde özel bir belirtisi yok. Daha çok midede ekşime, yanma, ağrı gibi diğer mide hastalıklarına benzerdir. Bu belirtiler ülser, reflü ve gastritte de görülebilir. Hastalık geç teşhis edildiğinde tedavi şansı azalmaktadır. İleri evrede cerrahi tedavi yapılsa da hastalıktan kurtulma şansı düşmektedir. Erken dönemde tanısı konan hastaların önemli bir kısmı cerrahiyle şifa bulabilmektedir. Bu oran gastroskopinin tarama yöntemi olarak kullanıldığı ve bu şekilde erken tanının yapılabildiği Japonya gibi ülkelerde yüzde 70-80'e çıkmaktadır. Bu sebeple tarama ve testler hastalığın teşhisi için çok önemlidir.


MİDEMİZ ASİT FABRİKASI 

Diğer bazı maddelerle birlikte mide boşluğuna salgılanan hidroklorik asit, protein ve yağların sindirimi, B12 gibi önemli vitaminlerin emilimi ve bağırsaklarda bulunan bakterilerin mideye geçmeleri halinde yok edilmesi için gereklidir. Mide yüzeyindeki hücreler mukus denilen tükürük benzeri bir madde ile mide yüzeyini kaplayarak üretilen aside karşı mekanik bir bariyer oluşturur. Ayrıca bu hücrelerin ürettiği bikarbonat maddesi asidi nötralize ederek kimyasal bir koruma sağlar. Bu sayede mide kendi kendini sindirmekten korur.


ASİT İÇİNDE YAŞAYAN BAKTERİ 


Diğer bakterileri öldüren bu asidik ortamda, yaşayabilen özel bir bakteri bulunmaktadır; Helicobacter pylori. Gastrit, ülser, atrofik gastrit ve mide kanseri gibi hastalıklarda rolü olduğu bilinen bu bakteri ürettiği üreaz enzimi sayesinde çevresinde asitten korunmuş bir kalkan oluşturur. İnsanların %50’sinde bu bakteri bulunmaktadır. Hijyen koşullarının kötü olduğu temiz suyun bulunmadığı gelişmekte olan ülkelerde bu oran daha da yüksektir. Bu bakteri midenin asit üretimi daha da artırır. Ayrıca mide yüzeyini örten mukusun miktarını azaltıp kalitesini de bozarak midenin savunmasını zayıflatır. Zayıflayan savunma mekanizmaları artan asit ile birleşerek midede önce yüzeysel bir iltihaba yani gastrite neden olur. Bu durumun uzun süre devam etmesiyle daha sonra mide yüzeyinde ülser denilen yaralar açılır. Bu ülserler ardından mide kanamasına ve mide delinmesine yol açabilir. Bu bakteri özel ikili ya da üçlü antibiyotik tedavileri ile yok edilebilmektedir. Saydığımız tüm hastalıklarda rol oynayan bu bakterinin tespiti ve tedavi ile yok edilip edilmediğinin belirlenmesi önemlidir. H.pylori kan testi, nefes testi veya endoskopiler sırasında alınan biyopsi örneklerinde tespit edilebilmektedir. Gastrit ve ülser tanısı içinse endoskopi şarttır. Ülser tedavisi günümüzde ilaçlarla yapılmaktadır. Bu tedavide asit üretiminin baskılanması ve Helicobacter pylori’nin eradikasyonu esastır. Ülserde ameliyat sadece komplikasyonların tedavisi ile sınırlıdır. Ülser ancak kanamaya veya midede delinmeye neden olmuşsa cerrahi müdahale yapılır. 



Zeynep Çetinkaya

01 Aralık 2013

Alerjik Astım önlenebilen bir hastalık mıdır?




İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Prof.Dr.Bilun Gemicioğlu, Alerjik Astım’ konusunda sorularımızı yanıtladı. 


Alerjik Astım nedir? Alerjik Astım nedir? Astım oluşmasına sebep olan faktörler nelerdir? Önlenebilen bir hastalık mıdır?


Astım, akciğer içi hava yollarının kronik inflamasyonu ve bronş hiperreaktivitesi ile seyreden, nöbetler şeklinde gelen öksürük, nefes darlığı, hışıltılı solunum, göğüste sıkışma hissi ile kendini gösteren, diffüz değişken hava yolu obstüksiyonun olduğu, çok farklı fenotipleri olan bir hastalıktır. 

Astım oluşmasına sebep olan faktörlere ve oluşan klinik tablolara göre çeşitli gruplara ya da farklı fenotiplere ayrılır. Alerjik astım, ana tetikleyenin allerjen olduğu astımdır. Genellikle erken yaşlarda başlayan, hastalarda astımın yanı sıra egzema, allerjik rinit (saman nezlesi), ürtiker gibi hastalıkların da eşlik edebildiği, yüksek serum IgE düzeyleri ve pozitif deri testleri ile seyreden, ailesel yatkınlıkda izlenebilen bir fenotipidir. Allerjenlerle aralıklı karşılaşma kişide buna karşı duyarlanma oluşturur. 


Hava yollarında bu allerjenin tetiklediği bir inflamasyon ve aşırı duyarlılık ile semptomlar meydana gelir. Allerjik astımlı kişilerde, semptomlara neden olan çoğunlukla solunan allerjenlerdir. Bunlar ev tozu akarları, ot, ağaç pollenleri, küf mantarları, hamam böceği şeklinde sıralanabilir. Alerjik astımdan korunmak ve şikayetlerin ortaya çıkmasını engellemek için kişinin allerjenle temasını engellemek önemlidir. Ancak genetik olarak yatkın kişilerde çevresel etkenlerle oluşan bir hastalık olduğundan hastalık gelişimini önlemek oldukça zordur. Ancak genetik riski olabilecek kişilerde alınacak genel korunma yöntemleri (sigara içilmemesi, riskli mesleklerden kaçınmak gibi) bir dereceye kadar hastalığa engel olabilir.

Alerjik Astım kontrolü nasıl sağlanır?

Alerjik astım kontrolü için öncelikle kişinin hastalığının doğru bir şekilde tanınması gerekmektedir. Hastanın hastalık hakkında bilgi edinmesi için eğitim verilmeli, alerjenle temasını en az seviyeye indirilmelidir. Hastanın semptomlarına göre uygun basamaktan başlanır. Tam kontrol sağlandıktan 3 ay sonra basamak inilir veya kontrol sağlanamamışsa çıkılmalıdır. Tüm basamaklarda ihtiyaç halinde kısa etki başlangıçlı beta 2 agonist verilir. Tüm basamaklarda hastalığın kontrolden çıktığında kısa süreli (5-10 gün) steroid kürü (1mg/kg/gün metil prednizolon başlanıp azaltılarak) verilir. 

Aslında kural hastanın tedavisi ile kontrolde yani yakınmasız olmasıdır. Hasta takibe kontrole geldiğinde güncel ve gelecek kontrol kriterleri dikkatle sorgulanmalıdır. Buna ulaşılamamışsa hasta uygun basamağa yerleştirilememiş olarak kabul edilip tedavisi tekrar gözden geçirilmelidir. Tetikleyen bir nedenin varlığı araştırılmalıdır. İnhalasyon tekniği ve ilaçlara uyumu gözden geçirilmeldir. İlaçlarını doğru şekilde zamanında yakınması olmasa da alması sağlanmalı ve düzenli hekim tarafından takip edilmelidir buna göre tedaviye aynı şekilde veya basamak azaltarak veya artırarak devam sağlanmalıdır. Farklı bir fenotip hasta ise buna uygun tedavi ve izlem seçilmelidir. Astım kontrolünün önemi Astımın uygun bir şekilde tedavi edilip kontrol altına alınamaması gelecek riskleri artırmakta, morbidite ve mortalite oluşturmakta, hastanın yaşam kalitesinde kayba yol açmaktadır. Kontrol altında olmayan hastalarda acil servis başvuruları ve hastaneye yatış daha sık izlenmektedir. Kontrolsüz astımda gerek okul/iş günü kaybı gerekse maliyet artmaktadır. 

 Kontrolde tedavinin yeri nedir? 
Astım kontrolünde uygun tedavi önemli rol oynamaktadır. Uygun tedavi ile hastaların hem mevcut şikayetleri kontrol altına alınmakta hem de hasta olası gelecek risklere karşı korunmaktadır. İyi tedavi stratejileri izlenmesine rağmen, pek çok hastada astım kontrolü sağlanamamaktadır. Standart tedaviye rağmen, hastaların %72’si kısmen kontrol altında ya da kontrol altında değildir. Astım tedavisinin hedefi, kontrole ulaşmak ve kontrolü sürdürmektir. 

Kontrol altında olmayan astım hastalarının şikayetleri nelerdir?

Şikayetleri olan hasta ne yapmalı? Astımı kontrol altına alınamayan hastanın öksürük, nefes darlığı, hışıltılı solunum, göğüste sıkışma hissi gibi şikayetleri devam eder, kurtarıcı ilaç gereksinimi artar, solunum fonksiyonları bozulur, fiziksel aktivitesinde azalma olur. Hasta günlük aktivitelerini yapmakta zorlanır, bu durum kişinin sosyal hayatınıda olumsuz etkiler. Şikayetleri olan hasta şikayetlerini doğru bir şekilde hekimine aktarmalı, tedaviye uyumu değerlendirilmeli ve tedavisi şikayetlerini kontrol altına alacak şekilde düzenlenmelidir.

Türkiye’de hastalıkla ilgili güncel durum  ve astım tedavisiyle ilgili gelişmeler nelerdir? 

Türkiye’de astımın görülme sıklığı yapılan çalışmalarda bölgesel farklılıklar göstererek %2.8 ile %9.8 arasında değişmektedir. Yaklaşık 3,5 milyon astım hastası mevcuttur. Türkiye’de 2006’da yapılmış çalışmada tam kontrol altında olan astım hastalarının oranı GİNA kriterlerine göre sadece %1,25’dir. Üçüncü basamakta da kontrolde ve kısmı kontrolde olgu oranı da 2008’de yapılmış çalışmada ancak %52 olabilmiştir.

Günümüzde Türkiye’de de, Amerika ve Avrupa’daki astım tedavisinde mevcut güncel tedavilere ulaşmak mümkündür. Bunların doğru şekilde kullanılmalarını sağlamak üzere Türk Toraks Derneği tarafından ‘Astım Tanı ve Tedavi Rehberi’ hazırlanmıştır. Hekimler tarafından astım tedavisi ve kontrolünün uygulanmasını artırmak, son eklenen tedavi ajanlarını aktarmak üzere çeşitli toplantılar düzenlenmiş olup halen sürdürülmektedir. Aynı şekilde hasta eğitim toplantıları ile de astım kontrolünün düzeltilmesi için çalışılmaktadır.

Zeynep Çetinkaya

SEDEF HASTALIĞINDA EŞ ZAMANLI UYGULANAN PSİKOLOJİK TEDAVİLER SONUÇLARI POZİTİF ETKİLİYOR

Dermatolojik hastalıkların çoğu, başkaları tarafından görülebilir olmaları nedeniyle hastanın yaşam kalitesini hem kişisel, hem de topl...