25 Şubat 2014

BU BELİRTİLER BEYİN TÜMÖRÜNE İŞARET OLABİLİR!

Beyin tümör metestazları

Beyin tümörlerinin görülme sıklığının 100 bin’de 14,5. Bizim nüfusumuza eşdeğer olan bir ülkede yılda yaklaşık 10 bin yeni tümör olgusu ilave olmaktadır. Beyin tümörlerinin en sık görülen tipi metastazlardır. Bunlar beynin kendi tümörlerine oranla dört kat daha fazla görülmektedir. Özellikle en sık beyne metastaz yapan tümörlerde akciğer kanserleri ilk sırada yer alırken meme kanseri de ikinci sıradadır. Hastalara yapılan Manyetik Rezonans görüntülemede ya da çekilen filmlerde kitle tespit edilmesi halinde hastalar derhal beyin cerrahına sevk edilir. Beyin cerrahı öncelikle hastanın nörolojik durumunu değerlendirir hastayı ameliyat için hazırlar.Bazı tümörler balon gibi büyür ve etraf dokuları iteler, bazıları ise etraf dokuyu işgal ederek ahtapotun kolları gibi beyne girer. Nasıl büyüdükleri tümör tipine bağlıdır.

Mikrocerrahi tedavi en başarılı yöntem

Beyin tümörlerinde mikrocerrahi tedavi yöntem gerek iyi huylu gerekse kötü huylu olsun her tümör tipinde ilk ve en başarılı tedavi yöntemi olmaya devam etmekte. 1980’den sonra Bilgisayarlı Tomografinin (CT) ve 1990’lardan sonra ise Magnetik Rezonansın (MRI) yaygınlaşmaya başlaması ile tanı koymada kolaylık sağlamakta. Navigasyon (beyin içinde yön bulma) yöntemleri ile ameliyat öncesi yapılacak cerrahinin planlanması ve tam doğrulukla lezyonun bulunması sağlanmıştır. Ameliyat esnasında kullanılan yöntemlerle hastaların tümörlerinin tama yakın çıkarılması sağlanmıştır. Bu yöntemlerin İntra operatif (ameliyat esnasında) MRI, CT ve Ultrason kullanımları ile ameliyat esnasında elektriksel uyarılar yapılarak beyin haritalanmasının yapılmasıdır.

Yeni tekniklerin avantajları


Özellikle beyinin kendi dokusundan kaynaklanan tümörlerin (bazı glial tümörler) normal beyin dokusundan ayırmak mikrocerrahi yöntemlerde dahi mümkün olmayabilir ya da bir kısım tümör normal doku ile örtülüp görülmeyebilir.Bu nedenle bu dokuların görülebilmesi ameliyat esnasında yapılan MRI ya da ultrason ile sağlanmaktadır.
2011’den beri Intraoperative Imaging Society Derneği’nin üyesi ve bu 2 yöntemi de kullanan bir beyin cerrahı olarak iki yöntemin de birbirine üstünlükleri bulunmakta olduğunu ifade edebilirim. İntraoperatif MR oldukça pahalı bir yöntem olduğu için yaygınlaştırılması oldukça zor olup İntraoperatif ultrason ise çok rahatlıkla her hastanede kullanılabilecek bir yöntemdir. Bu yöntem ile kemik açıldıktan sonra tümörün yerinin bulunması oldukça kolaydır ve ameliyat esnasında kalan tümör olup olmadığı ultrason ile ortaya konulabilir.
Ameliyat esnasında beyin haritalanması yöntemi ise beynin fonksiyonel önemli bölgelerinin ortaya koyulup yapılacak ameliyat esnasında tümör çıkarılırken nerede durmamız gerektiğini bize söyler bu sayede güvenli bir şekilde en geniş tümör çıkarımı sağlanabilir. Tümör ne kadar fazla çıkarılabilirse o kadar az, diğer tedavi alternatiflerine ihtiyaç duyulur. İyi huylu ve bazı az dereceli kötü huylu tümörlerde cerrahi ile total çıkarım sağlanabilir ve bu olgularda başka tedaviye gerek kalmaz. Eğer tümör bası yaparak hastada felç ve şuur bozukluğu yapıyorsa genellikle tümörün beynin o bölgesini işgal değil de itmiş olması istenir bu sayede hastanın felç gibi olan nörolojik problemleri ameliyattan sonra düzelebilir.

Cerrahi Sonrası Takip

Ameliyat sonrasında cerrah olarak tümör hakkında bir fikre varabilineceğini ancak patolojinin tam sonucu vermesi için birkaç gün beklemek gerekir.Eğer iyi huylu ve tam çıktı ise aralıklı kontroller hastanın takibinde yeterli olmaktadır. Bazı tümörler için radyoterapi (ışın tedavisi) yapılır. Eğer bu işlem yapılacaksa hasta radyasyon onkolojisi uzmanına yönlendirilmelidir. Eğer kemoterapi yapılması gerekiyorsa hasta tıbbi onkoloji uzmanına yönlendirilmelidir. Eğer tümör vücudun başka yerinden yayılan tip ise yani metastaz ise o zaman tümörün kaynağı bulunmaya çalışılır. Bu kadar detaylı olarak cerrahi tedaviden bahsetmenin sebebi, cerrahi ile iyi huylu beyin tümörlerde tam tedavi sağlanması ve kötü huylu beyin tümörlerinde de hastaların problemsiz sağkalım sürelerinin iyi cerrahi sonrasında uzadığının bilimsel olarak ortaya konmuş olmasıdır.

Tip 2 Diyabette Hareketsizlik Alarmı



Hareketsiz Tip 2 Diyabet hastalarında görülen kalp ve damar rahatsızlıklarının ölüme sebep olma riski %70 daha fazla.


Düzenli fiziksel aktivite yapmanın obezite, yüksek tansiyon, depresyon, tip 2 diyabet, kemik erimesi, kolon kanseri, meme kanseri gibi birçok hastalık riskini azalttığı biliniyordu. Yapılan yeni bir çalışma ise tip 2 diyabet hastalarında, fiziksel aktivitenin kalp ve damar rahatsızlıkları görülme riskini azalttığını ortaya koydu. Fiziksel aktivite seviyesi düşük olan tip 2 diyabet hastalarında kalp ve damar rahatsızlıklarının ölüme sebep olma riski %70 daha fazla. 


İsveç’in Diyabetoloji Topluluğu (Swedish Society for Diabetology-Swedish National Diabetes Register) tarafından yapılan ve European Journal of Preventive Cardiology tıp dergisinde yayınlanan araştırmada, yaşları ortalama 60 olan 15.462 diyabet hastası 5 yıl boyunca izlendi. Araştırmanın sonucuna göre, düşük fiziksel aktivite seviyesine (hiç ya da haftanın 1 ya da 2 günü hafif egzersiz) sahip olanlar, daha yüksek fiziksel aktivite seviyesine sahip olanlara oranla, yüzde 25 daha fazla kalp ve damar rahatsızlıklarına yakalanma riskine sahipken, kalp ve damar hastalıklarının  ölüm ile sonuçlanmasında ise %70 daha fazla risk altında.

Araştırmacılar çalışma ile ilgili, “Düzenli fiziksel aktivite diyabet hastalığı yönetiminin çok önemli bir parçasıdır ve bu çalışma daha kaliteli bir yaşam tarzı için düzenli fiziksel aktivitenin önemini vurguluyor,” yorumunu yaptı. 
Araştırmanın yürütücülerinden Dr. Björn Zethelius ise araştırma sonuçlarını şu şekilde değerlendirdi; “Çalışmanın sonuçlarından alınacak mesaj belli; hareketsiz bir yaşam tarzından kaçınmalı ve hayatlarımıza fiziksel aktiviteyi dahil etmeliyiz. Diyet yapmanın yanında fiziksel aktivite de tip 2 diyabet hastalığının tedavisinin temel taşlarından biridir.”
  
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız araştırmanın sonuçlarını şöyle yorumladı:
“Bir salgın hastalık olarak diyabet dünyada 382 milyon insanı etkiliyor ve her altı saniyede bir kişi diyabete bağlı nedenlerle kaybediliyor. Diyabetik hastalarda sağlıklı bireylere göre dört kata varan oranda fazla görülen kalp ve damar hastalıkları en sık ölüm nedeni. Şeker bozukluğu yanında şişmanlık, hipertansiyon ve kolesterol yüksekliği de bu durumu tetikliyor. Oysa bu ölümlerin önemli bir kısmı diyabetik hastaların tedavilerinin iyileştirilmesiyle önlenebilir. 

İsveçli araştırıcıların yaptığı bu çalışmanın sonuçları fiziksel aktivite düzeyi düşük olan diyabetik hastalarda 5 yıllık takipte ölüm oranlarının fiziksel aktivite düzeyi daha yüksek olanlara göre %70’e varan oranlarda artmış olduğunu gösteriyor. 15.462 hastanın verilerinin değerlendirildiği oldukça geniş çalışmanın bir diğer önemli sonucu 5 yıllık takip süresinin başında hareketsiz olup sonradan daha hareketli olan hastalarda da ölüm riskinin azalıyor olması. Birçok çalışma diyabette düzenli fiziksel aktivitenin kan şekeri, kan basıncı, kolesterol düzeyleri ve vücut ağırlığında iyileşme sağlayarak diyabet ilişkili kalp, göz, böbrek ve sinir hasarı riskini azaltabileceğine işaret ediyor. Orta şiddette aerobik egzersiz insülin direncinde düzelme ile ile kas dokusunun şeker kullanımını 20 kata varan oranda artırabiliyor.”

Düzenli fiziksel aktivitenin, beslenme planı ve ilaç tedavisi ile beraber diyabet yönetiminin çok önemli bir parçası olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, diyabetik hastalara haftada 150 dakikalık aerobik aktivite (örneğin haftanın 5 günü 30 dakika tempolu yürüyüş) ile birlikte hastaya doktoru tarafından özel planlanmış kuvvet ve esneklik egzersizleri tavsiye ediyor.

SEDEF HASTALIĞINDA EŞ ZAMANLI UYGULANAN PSİKOLOJİK TEDAVİLER SONUÇLARI POZİTİF ETKİLİYOR

Dermatolojik hastalıkların çoğu, başkaları tarafından görülebilir olmaları nedeniyle hastanın yaşam kalitesini hem kişisel, hem de topl...