11 Ocak 2012

Venöz Tromboemboli-Pıhtı Atması

Hastanede yatan hastalarda önlenebilir en sık ölüm nedeni venöz tromboemboli (VTE) ‘dir.

Anadolu Sağlık Merkezi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Esra Sönmez Duman uyarıyor: Halk arasında “pıhtı atması” olarak tanımlanan VTE’den korunmanın en etkin yolu, risk taşıyan hastalarda önleyici tedavi uygulamasıdır.

Hastanede yatan hastaların, yatışa sebep olan hastalık dışındaki ölüm nedenleri arasında %10’luk oranla birinci sırada yer alan VTE hakkında hastaların bilinçlenmesi ve VTE önleyici tedavisinin yapılıp yapılmadığı sorgulaması sağlıklı bir nekahat dönemi geçirmeleri için büyük önem taşıyor.

Günümüzde, tüm dünyada hastaların yatış sürecinde, hastalıkları dışında VTE riski açısından değerlendirilmesi, risk grubunda olan hastalara uygun önleyici tedavinin verilmesi hasta güvenliği hedefi olarak belirlenmiştir. Bu konu sağlık hizmetlerinde bir kalite göstergesi olarak da kabul edilmektedir.

Dr. Esra Sönmez Duman, hastalıkla ilgili şu bilgileri veriyor: “Özellikle ortopedik cerrahi hastalarında emboli riski çok yüksek olduğu için bu hastalarda önleyici tedavi uzun süredir standart olarak uygulanmakta. Hastanede yatarken kaybedilen hastaların ölüm sebeplerini araştıran çalışmalarda; cerrahi bilimlerden daha sık oranda dahili bilimler hastalarının VTE’den kaybedildikleri görüldü ve risk değerlendirmesinin önemi vurgulandı.” Uygun VTE önleyici tedavisi yapılmayan hastalarda ortaya çıkan ve öldürücü olabilen akciğer embolisinin en önemli belirtileri nefes darlığı, göğüs ağrısı, balgamda kan, çarpıntı, ateş, ani bayılma, morarma olabiliyor. Bazen de hiç belirti vermeden büyük bir pıhtı koparak, akciğer atardamarını tamamen tıkıyor ve kalp aniden durabiliyor. Bu nedenle emboli tanısı akla geldiğinde, doğrulamak için testler ve görüntülemeler ile zaman kaybetmeden hızla tedaviye başlanması gerekiyor.

Kimler risk grubunda?



• Yaşlılar (40-60 yaş grubu daha az riske sahipken, 60-70 yaş grubunda risk ilk gruba göre iki kat, 75 yaşın üstünde ise beş kata yakın oranlarda artabiliyor.)
• Obez hastalar
• Uzun anestezi süresi gereken cerrahi geçirmiş hastalar
• Önceden tromboemboli geçiren veya kanda pıhtılaşma eğilimi olanlar
• Hastanede yatan çok ağır enfeksiyon hastaları (akciğer, batın, kemik enfeksiyonu, sepsis)
• Ağır astım ve kronik obstrüktif akciğer (KOAH) hastaları
• Yatak istirahati uzayan veya yatağa bağımlı olanlar
• Tüm kanser hastaları
• Yoğun bakım hastaları
• Gebeler
• Doğum kontrol hapı gibi estrojen içerikli ilaçlar kullananlar

Anne adaylarında emboli riski

Anne adaylarında değişen hormonal dengeler emboliye yatkınlığı artırıyor. Ayrıca bebeğin artırdığı karın içi basınç, kanın bacak toplardamarlarından kalbe geri dönüşünü yavaşlatıyor. Gebelikte embolinin öldürücü olabildiğini belirten Dr. Duman, “Bu dönemde VTE belirtileri çok net olmayabiliyor. Anne adayları nefes darlığı ve kalp çarpıntısı gibi yakınmaları gebelik nedeniyle yaşadıklarını düşünebiliyor, bu yakınmalar hekimler tarafından da göz ardı edilebiliyor. Gebelikte VTE riski her zaman akılda tutulmalı ve beklenenin dışında nefes darlığı, çarpıntı, göğüs ağrısı, ateş gözlenen gebelerin VTE açısından da değerlendirilmesinin ihmal edilmemesi gerekiyor. Gebelikte rutin VTE önleyici tedavi önerilmemekle birlikte eğer anne adayının önceden bilinen, pıhtılaşmaya genetik bir yatkınlığı varsa veya daha önce VTE geçirmişse, gebelik boyunca önleyici tedavi alması öneriliyor.”

BEBEKLERE 1 YAŞINDAN ÖNCE TUZ YASAK!


Bebeklere ek besin verirken son derece dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü basit gibi görülen hatalar ileri yaşlarda ciddi sağlık sorunları oluşturabiliyor. Örneğin bebeklere 1 yaşından önce verilen tuz damarlarda birikerek erken yaşta hipertansiyon hastası olmalarına yol açabiliyor.

Bebeklerin ilk 4-6 aylarına kadar sadece anne sütüyle beslenmeleri, ardından da mutlaka ek besinlere başlamaları öneriliyor. Ancak ek besinlere 4. aydan önce kesinlikle başlanmaması gerekiyor. Bunun nedeni ise bebeklerin mide-bağırsak sistemi ve böbrek fonksiyonları yeteri kadar olgunlaşmadığı için bu dönemde ek besinleri almaya hazır olmamaları. İnek sütü ve buğday unu gibi ek besinlere erken başlamanın en büyük riski ise bebekte besin alerjisine yol açabilmesi! Bunun aksine ek besinlere geç başlandığında ise yetersiz enerji ve protein alımına bağlı enfeksiyon riskinin artması, demir eksikliğine bağlı anemi, katı besinleri ve çiğnemeyi öğrenememe ile yetersiz vitamin – mineral alımına bağlı büyüme- gelişme geriliği gibi pek çok ciddi tablo ortaya çıkabiliyor.

 International Hospital’den Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Şebnem Ersoy, bebeklere ek besin verirken son derece dikkatli olunması gerektiğini belirterek, “Çünkü basit gibi görülen hatalar ileri yaşlarda ciddi sağlık sorunları oluşturabiliyor. Örneğin bebeklere 1 yaşından önce verilen tuz damarlarda birikerek erken yaşta hipertansiyon hastası olmalarına yol açabiliyor. ” uyarısında bulunuyor!
TUZLU BESİNLER DAMARLARA ZARAR VERİYOR!



Bebeklerin beslenmelerinde yapılan en sık hatalardan biri, tuzlu besinler yedirmek oluyor. Yapılan araştırmalar, Türkiye’de bebeklerin yüzde 60’ının 1 yaşından önce evde yetişkinler için yapılan salçalı, tuzlu ve baharatlı yemekleri yediğini gösteriyor. Oysa bebeklere 1 yaşına gelinceye dek tuzlu hiçbir besini tattırmamak gerekiyor. Çünkü bebeklik dönemi aşırı sodyum, dolayısıyla tuz tüketimine bağlı ileri yaşlarda oluşacak tansiyon hastalığı yönünden hassas ve belirleyici bir dönem. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir çalışmada, doğumdan itibaren 15 yaşına kadar kan basınçları izlenen bebeklerin, ilk 1 yaşta diyetlerinde yüksek oranda tuz bulunanların, düşük tuz içerenlere göre kan basınçları daha yüksek bulundu. Çünkü bebeklik döneminde aşırı tuz, yani sodyum tüketimi kan basıncını yükselterek aort ve koroner damarlarda erken dönemde damarsal değişikliklere ve dolayısıyla kalp –damar ile böbrek hastalıklarına zemin hazırlıyor. Bunun sonucunda da bebeğin yetişkinlik dönemine geldiğinde daha erken yaşta, hatta çocukluk çağında bile tansiyon hastası olmasına yol açabiliyor!

YARIM ÇAY KAŞIĞINDAN AZ ALMALI!

12 Aralık 2011

Osteoporoz konusunda bilgilenmek ve önlem almak için hiçbir zaman geç değildir.

Osteoporoz Risk Faktörlerinin Tanımlanmasına Yönelik Çok Merkezli Araştırma sonuçlandı.Uzmanlar Osteoporoz konusunda bilgilenmek ve önlem almak için hiçbir zaman geç olmadığını bir kez daha vurguluyor.
 
RİSKFAKT ARAŞTIRMASI
Osteoporoz Risk Faktörlerinin Tanımlanmasına Yönelik Çok Merkezli Araştırma

Araştırmanın amacı


Çok merkezli çalışmanın amacı 7 farklı coğrafik bölgedeki 9 merkezden osteoporoz tanısıyla izlenmekte olan hastalardaki risk faktörlerini tanımlamaktır. Çalışma kapsamına 9 farklı merkezin Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon polikliniklerine başvurmuş olan ve osteoporoz (OP) tanısı alan toplam 707 hasta alındı.
Tüm hastalarda OP tanısı Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerildiği şekilde; DEXA cihazı ile değerlendirilen kemik mineral yoğunluğu ölçümlerinde femur boynu(KALÇA) ya da lumbal vertebra (toplam) (BEL OMURLARI) T skorunun -2.5 ve altında olması ile kondu.
Hazırlanan standart hasta kayıt formlarına hastaların;


• Demografik verileri,
• Beslenme alışkanlıkları,
• Osteoporoza eşik eden (Komorbid) hastalıkları,
• Tüm ilaç kullanımları,
• Menopoz bilgileri
• Risk faktörleri
polikliniklere geliş sırasına göre; ardı sıra kaydedildi.

Bulgular
• Hastaların yaş ortalaması 63.9±11.7 yıl olup %88.8’ini kadınlar oluşturmaktaydı.
• Sedanter yaşam tarzı (% 49.2),
• Kapalı giyim tarzı (% 46.7)
• Kalsiyumdan fakir beslenme (%41.4) ön plana çıkmaktaydı.
• Hastaların %23.1’inde aile OP öyküsü,
• Kadınların %39.6’sında erken, 14,8 inde cerrahi menopoz öyküsü mevcuttu.
• Kadınlarda ortalama menopoz yaşı 46,1di.
• Kronik antidepresan kullanımı 12,2
• 3 aydan uzun süre 5 mg/gün ve üzerinde kortikosteroid kullanımı olan hastaların oranı: 11,6
• Osteoporoza eşlik eden (Komorbid) hastalıklar arasında hipertiroidi (GUATR) %6.9, gastrointestinal sistem sorunları (MİDE BARSAK) %6.8, nöromüsküler (Multipl Skleroz, Parkinson , Hemipleji-İnme, Spinal Kord-Omurilik Yaralanması) hastalıklar %5.9, romatoid artrit (İLTİHAPLI ROMATİZMA) %4.8, böbrek hastalıkları 4,8 ve Ankilozan Spondilit (Omurgayı tutan iltihaplı romatizma) %2.5 oranında dikkati çekti.
• Osteoporoza neden olabilecek ilaç kullanım durumlarına bakıldığında; hastaların %12.2’sinin antidepresan, %11.6’sının 3 aydan uzun süre ve 5 mg/gün’den fazla olmak üzere steroid kullandığı, %7,4 ünün aliminyum içreren antiasit % 3,3 ünün kronik heparin ve % 1,7 sinin antikonvülzan (EPİLEPTİK NÖBETLERİ ÖNLEYEN İLAÇ) kullandığı saptandı.

• Halen HAREKETSİZ( Sedanter) yaşam sürenler % 49,2
• Güneş ışınlarından yararlanmayanlar % 45,7
• Hastaların sigara kullanım oranı %8,5,
• Pasif içicilik oranı %18,0,
• Kendisinde 40 yaş öncesinde hafif bir travma ile (kırılganlık) geçirilmiş kırık olanlar % 23,8
• Erişkin dönemde (<500-850mg/gün) % 41,4 oranında Düşük Ca alımı saptandı.
• Çocukluk çağında (<1000mg/gün) % 37,3 oranında Düşük Ca alımı saptandı.
• % 20,7 oranında ise; Fazla sodyum alımı (>2 gr/gün) saptandı.
• Yetersiz protein alımı %18,5
• Ailesinde osteoporoz öyküsü olanlar % 23,1
• Aşırı alkol alımı (Düzenli olarak günde 100 ml den fazla) % 0,4
• Günümüzde klinik pratik uygulamalarda halen kemik mineral yoğunluğu ölçümleri, bireyin kırık riskini belirleme de en etkili yöntem olarak kabul edilmektedir.
• Bununla birlikte, kırık riskinin belirlenmesinde ve tedavi planlanmasında ülkelere özgü risk faktörlerinin değerlendirilmeye alınmasının önemi ve yararı mutlaka akılda tutulmalıdır.
ÜLKEMİZDE ÖNE ÇIKAN OSTEOPOROZ RİSK FAKTÖRLERİ:
• Hareketsiz yaşamak
• Güneş ışınlarından yararlanmamak
• Çocukluk çağından itibaren kalsiyumdan ve D vitamininden zengin olan gıdaları tüketmemek
• Osteoporoza neden olan ilaçlar kullanıyor olmak
• Osteoporoza neden olan başka hastalıkları olmak
ÖNERİLER:
1-Osteoporoz konusunda bilgilenmek ve önlem almak için hiçbir zaman geç değildir.
2-Her ülkenin kendine özgü; öne çıkan risk faktörleri konusunda bilgi sahibi olunmalıdır.
3-Hareketsizlik osteoporozu davet eder. FTR uzmanı hekime danışarak; düzenli olarak kemiklere yük bindiren; gövdeyi, kol ve bacakları kuvvetlendiren, dengeyi geliştiren hareketler yapılmalıdır.
4-Güneş ışınları en ucuz ve kolay ulaşılabilen D vitamin kaynaklarıdır. Uygun saatlerde güneş ışınlarından yararlanılmalıdır.
5-Çocukulktan itibaren beslenirken kalsiyum ve D vitamininden zengin gıdalar tercih edilmelidir.
6-Osteoporoza neden olan diğer hastalıklar ve ilaçlar konusunda bilgi sahibi olunmalı ve osteoporoza yakalanmamak için önlem alınmalıdır.
7-Sigara tüketimi sonlandırılmalı, sigara içilen ortamlarda bulunmamaya özen gösterilmelidir.
8-Osteoporoz riski varsa hastalıktan korunmak ve erken tanı için hekime baş vurulmalıdır.

Araştırmacılar

Prof. Dr. Yeşim Gökçe Kutsal1, Uzm. Dr. Oya Özdemir2, Prof. Dr. Fatma İnanıcı1,Uzm. Dr. Sevilay Karahan3, Uzm. Dr. Asuman Doğan4, Prof. Dr. Sami Hizmetli5, Prof. Dr. Ayhan Kamanlı6, Doç. Dr. Banu Kuran7, Prof. Dr. Sema Öncel8,Doç. Dr. Selda Sarıkaya9, Prof. Dr. Serpil Savaş10, Prof. Dr. Kazım Şenel11, Doç. Dr. Pelin Yazgan12



SAĞLIKLI KALMANIN İLK KOŞULU; GÜÇLÜ BİR BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNE SAHİP OLMAK.

Havaların soğuması ile birlikte; kapalı ortamlarda daha fazla bulunulması ve kişiler arasında yakın temas nedeni ile pek çok hastalık da bulaşarak artış gösteriyor. Yeni mevsimde hastalıkların tedavisinden önce, koruyucu tedbirler büyük önem kazanıyor.

Dr. İlkay Keskinel,
Göğüs Hastalıkları Uzmanı ve İmmünolog
Memorial Ataşehir Hastanesi

Yanlış beslenme ve stres bağışıklık sisteminin düşmanıdır
Son dönemlerde artış gösteren hastalıklara yakalanmamak için dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesidir. Doğuştan gelen bazı bağışıklık yetmezliklerinin yanı sıra; yeterli beslenememe, ruhsal stres, çeşitli hastalıklar ve bağışıklık baskılayıcı ilaçlar bu sistemin dengesini bozabilmektedir. Sağlıklı bir bağışıklık sistemine sahip kişiler, çevresel faktörlerin etkisiyle kolay kolay hasta olmazken; bağışıklık sistemi zayıfladığında, zararsız görünen mikrobik hastalıkların bile ölümle sonuçlanması söz konusu olabilmektedir.

Bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için öneriler:
Bağışıklık sisteminin iyi çalışmasının anahtarı, dengeli beslenmektir. Bağışıklık sistemini doğrudan güçlendiren “sihirli” bir besin yoktur; önemli olan sağlıklı koşullarda üretilmiş ve hazırlanmış besinleri, dengeli bir biçimde tüketmektir.
  1. Yeterli protein alın. Protein kaynağı olarak hayvansal proteinlerle bitkisel proteinleri dengeli bir biçimde tüketin.
  2. Çiğ sebze-meyve ile beslenin. Sebze ve meyveler içerdikleri doğal vitaminler ve diğer antioksidanlar aracılığıyla, bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olurlar.
  3. Probiyotiklerden yararlanın. Yoğurt, kefir gibi besinler, mide-bağırsak sistemindeki bağışıklık sistemi elemanlarının sağlıklı işleyişinde rol almaktadır.
  4. Hazır içecekler yerine; doğal, taze sıkılmış meyve sularından yararlanın, mutlaka bol sıvı alın.
  5. Çay için. Yeşil çay “kateşin” adı verilen bir antioksidan maddeyi bolca içermektedir. Çaydaki “polifenol” adı verilen maddeler de, pek çok hastalığa neden olabilen oksidan maddelerle savaşılmasına yardımcı olmaktadır.
  6. Uyku düzeninizi koruyun. Uyku, hem fiziksel hem ruhsal sağlık açısından çok önemlidir. Yalnızca uzun süre uyumak değil, kaliteli bir uyku da bağışıklık sisteminin sağlıklı işleyişi açısından önemlidir.
  7. Egzersiz yapın; ancak aşırıya da kaçmayın. Düzenli yapılan egzersizin enfeksiyon riskini azalttığı bilimsel bir gerçektir. Tam tersine aşırı ve düzensiz egzersiz, bağışıklık sisteminin işleyişini olumsuz etkileyebilir.
  8. Hayata olumlu bakın, gülmeyi ve gülümsemeyi ihmal etmeyin. Merkezi sinir sistemi ile bağışıklık sistemi; bazı sinir ileti maddeleri, hormonlar ve “sitokin” adı verilen maddeler sayesinde birbirleriyle “haberleşir”. Çoğu bağışıklık sistemi hücresinin zarında, bu maddeler için “reseptör” adlı alıcılar bulunmaktadır. Bu nedenle pozitif düşünmek ve gülümsemek sizi saha sağlıklı kılar.
  9. Sigaradan vazgeçin ve pasif olarak da olsa sigara dumanına maruz kalmamaya çalışın. Sigara, solunum yollarını kaplayan ve akciğerlerin savunma sisteminde önemli olan titrek tüylerin felce uğramasına neden olur, zatürre gibi mikrobik hastalıklara yakalanma riskini artırır. Vücutta C vitamininin tüketilmesine yol açan sigara, hastalıklara eğilimin artmasına neden olur. Bağışıklığı bozduğu bilinen sigaranın, sadece içene değil, çevredekilere de pek çok zararı vardır.
  10. Kilonuzu ideal aralıkta tutmaya çalışın. Aşırı yağ tüketiminden, özellikle trans yağlardan kaçının. Gereğinden fazla yağlı besinler tüketmenin bağışıklık sistemini olumsuz etkilediği bilinmektedir. Bunun yanında, hızlı kilo kaybı da, bağışıklık sistemini zayıflatmaktadır. Bilinçsiz, hızlı kilo kaybettiren diyetlerden kaçınmak önemlidir.
  11. Temizlik maddelerinin aşırı kullanımı ile cildinizin sağlıklı ve normal bakteri dengesini bozmayın. Sağlıklı cilt hastalıklar için sağlam bir bariyer olmakla beraber; normal mikrop dengesi bozulmuş ve hasarlı bir cilt, mikropların giriş kapısı olabilir.
  12. Doktor tavsiyesi olmadan antibiyotik kullanımından kaçının. Aşırı antibiyotik alımı ile bağırsaklardaki normal “flora” dengesi bozulmaktadır. Bu da bağışıklık sisteminizi olumsuz etkileyerek pek çok hastalığa davetiye çıkarabilir.





11 Aralık 2011

EVDE SAĞLIK HİZMETLERİ

Evde sağlık hizmeti, yatağa bağımlı ve kronik hastalığı olan hastaların ihtiyacı olan sağlık hizmetlerinin ev ortamında ve bu konuda uzman bir kadro ile sunulmasıdır. Bu hizmetle, hastaya tanı koymak yerine tanısı konulmuş hastaya düzenlenen tedavinin takibi ve uygulanması sağlanıyor.

Evde sağlık hizmetleri projesiyle ihtiyaç sahibi hastalara kendi ev ortamlarında kaliteli, etkin, ulaşılabilir, sürekli ve güvenli sağlık hizmeti sunuluyor, bu hastalar artık hastaneye gitmeden kendi evinde tedavi edilebiliyor.

Evde Sağlık Hizmetlerinde Amaç Nedir?
Evde sağlık hizmetlerinde amaç, günlük yaşam şartlarını en az etkileyerek en doğru tedaviye ulaşmak yolu ile hastalığın ve yetersizliğin etkilerini en aza indirmek ve aynı zamanda hastanın yaşam kalitesini yükseltmektir. Bu hizmet, tedavisi evde yapılan, bakımı devam eden hastalar için gereklidir.
Bu hizmetle;
• Tedavinin takibi
• Tahlillerin yapılması
• Heyet raporlarının yenilenmesi
• Tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinin hastanın evinde uygulanması
• Sosyal ve psikolojik destek verilmesi amaçlanıyor.
Evde Sağlık Hizmetinde Kimler Çalışıyor?
Evde sağlık hizmetini aile hekimleri, hastanelerde oluşturulan evde sağlık birimleri ve sağlık müdürlükleri bünyesindeki mobil ekipler veriyor. Evde sağlık hizmetleri ekiplerinde doktorlar, diş doktorları, hemşireler, sosyal çalışmacılar, diyetisyenler, psikologlar, ebeler, sağlık memurları, sağlık teknisyenleri çalışıyor. 5 kişiden oluşan her mobil ekipte, 1 doktor, 1 hemşire, 1 sağlık memuru, 1 tıbbi sekreter ve 1 şoför bulunuyor.
Evde Sağlık Hizmetinden Kimler Yararlanabiliyor?
Evde sağlık hizmeti alabilecek grupta önceliği, kronik hastalığı nedeniyle hastanede sürekli yatarak tedavi olması gereken hasta grubu oluşturuyor.
Bu gruba;
• Yürüyemeyen ve kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda olup yatağa tam bağımlı olan engelli ve yaşlı hastalar (alzheimer, demans, felç hastaları gibi…),
• Büyük cerrahi operasyon geçirmiş olanlar,
• Ortopedi ve travmatoloji hastalarından yara bakımı, enjeksiyon, infüzyon ve diğer kısa süreli hemşirelik hizmetlerine ihtiyaç duyanlar,
• İleri derecedeki kas hastalığı, diyabet, kalp, damar, hipertansiyon ve nörolojik hastalığı olanlar,
• Terminal dönem, kanser (onkoloji) hastası olan palyatif bakım hastaları,
• KOAH (kronik obstrüktif akciğer hastalığı) vb. akciğer ve solunum sistemi hastalıkları olan, oksijen tedavisine ihtiyacı olan diğer hastalar,
• Spastik çocuklar,
• Yeni doğan sarılığı olan bebekler ile annesinin yanında, emerek tedavisi mümkün olan, hastaneye yatmasına gerek olmayan bebekler giriyor.
Hareket kabiliyetini kaybetmemiş, yatağa bağımlı olmayan, herhangi bir sağlık kuruluşuna gidebilecek durumda olan ve sağlık sorunları çok ağır tablolar oluşturmayan hastalar evde sağlık hizmetlerinden yararlanamıyor.
Evde Sağlık Hizmetlerine Başvuru Nasıl Oluyor?
Evde sağlık hizmetleri, Sağlık Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren eğitim ve araştırma hastaneleri ile genel veya branş hastaneleri bünyesinde kurulan evde sağlık hizmeti birimleri ile toplum sağlığı merkezi, aile sağlığı merkezi ve aile hekimleri aracılığı ile sunuluyor.
İhtiyaç sahibi hastalar, Sağlık Bakanlığı’nın Türkiye genelinde tek numara olarak tesis ettiği "444 evde" yani 444 38 33 numaralı hattı mesai saatleri içinde arayarak evde sağlık hizmetine başvurabiliyor. Her ilden bu numara arandığında, çağrı o ildeki koordinasyon merkezine düşüyor. Koordinasyon merkezine gelen başvurular, bu merkezde görevli personel aracılığıyla cevaplanarak kayıt altına alınıyor ve öncelikle en yakın hastanenin evde bakım birimine yönlendiriliyor.

İstanbul’da Evde Sağlık Hizmetleri Veren Sağlık Kuruluşları
Avrupa Yakası:
Arnavutköy: Arnavutköy Devlet Hastanesi
Avcılar: Bakırköy Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Bağcılar: Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Bahçelievler: Bahçelievler Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi
Bakırköy: Bakırköy Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Başakşehir: Başakşehir Devlet Hastanesi
Bayrampaşa: Bayrampaşa Devlet Hastanesi
Beşiktaş: Beşiktaş Sait Çiftçi Devlet Hastanesi
Beylikdüzü: Beylikdüzü Toplum Sağlığı Merkezi
Beyoğlu: Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Büyükçekmece: Büyükçekmece Devlet Hastanesi
Çatalca: Çatalca Devlet Hastanesi
Eyüp: Eyüp Devlet Hastanesi
Esenler: Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Esenyurt: Esenyurt Devlet Hastanesi
Fatih: Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Gaziosmanpaşa: Gaziosmanpaşa Toplum Sağlığı Merkezi
Güngören: Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Kağıthane: Kağıthane Devlet Hastanesi
Küçükçekmece: Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Sarıyer: Sarıyer İsmail Akgün Devlet Hastanesi, İstinye Devlet Hastanesi
Silivri: Necmi Ayanoğlu Silivri Devlet Hastanesi
Sultangazi: Sultangazi Lütfiye Nuri Burat Devlet Hastanesi
Şişli: Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Zeytinburnu: Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Süleymaniye Kadın Doğum Hastanesi, Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi

Anadolu Yakası:
Adalar: Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Ataşehir: Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Beykoz: Paşabahçe (Beykoz) Devlet Hastanesi
Çekmeköy: Çekmeköy Toplum Sağlığı Merkezi
Kartal: Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kartal Yavuz Selim Devlet Hastanesi, Yakacık Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi
Kadıköy: Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Erenköy Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi
Maltepe: Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Pendik: Pendik Devlet Hastanesi
Sancaktepe: Sancaktepe Toplum Sağlığı Merkezi
Sultanbeyli: Sultanbeyli (Tacirler) Devlet Hastanesi
Şile: Şile Devlet Hastanesi
Tuzla: Tuzla Devlet Hastanesi
Ümraniye: Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Üsküdar: Üsküdar Devlet Hastanesi, Zeynep Kamil Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi

Ağız ve Diş Sağlığı Merkezleri:
Ataşehir: (Ataşehir) Kadıköy Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi
Bahçelievler: Bahçelievler Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi
Okmeydanı: Okmeydanı İl Özel İdaresi Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi
Kartal: Kartal Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi

03 Eylül 2011

Kalp damar hastalıklarında ölümlerin üçte biri sigaradan


Özel Universal Hospital Hastanesi (Kadıköy) Kardiyoloji Uzmanı Op. Dr. Olcayto İncedere, sigaranın kalp damar hastalıklarında ölüm riskini artırdığına dikkat çekti. 

Sigara içenlerde kalp damar hastalığı gelişme riskinin, içmeyenlerden 2- 5 kat daha yüksek olduğunu belirten İncedere, bu hastalık nedeniyle meydana gelen ölümlerin üçte birinin sigara nedeniyle olduğunu hatırlattı. İncedere’nin uyarıları, kalp hastalıklarından ölüm riskinin ilk sıraya yerleştiği günümüzde büyük önem taşıyor. 




Uzun bir süredir sigaraya karşı etkili bir mücadelenin verildiği ülkemizde, sigaranın kalp ve damar hastalıkları açısından yarattığı ölüm riskine bir kez daha dikkat çekildi. Özel Universal Hospital Hastanesi (Kadıköy) Kardiyoloji Uzmanı Op. Dr. Olcayto İncedere kalp hastalıkların ölüm riskinin günümüzde ilk sıraya yerleştiğini belirtiyor.
 
“Kalbi bir tür pompa olarak düşünebiliriz. 1 dakikada 70- 80 kez kasılıp- gevşeyerek vücudun ihtiyacını sağlıyor. Kalbin içinden dakikada 5 litre kan geçiyor, vücuda pompalanıyor. Bu pompa dakikada yaklaşık 75, saatte 4500, yılda 40 milyon kez kasılıp gevşiyor. İşte bu mükemmel pompanın  bu kadar yükü kaldırabilmesi için beslenmesi gerekiyor, bunu da kalp adalesini besleyen koroner damarlar sağlıyor. Bu damarların daralması ya da tıkanmasına koroner kalp hastalığı diyoruz. 

Kalp hastalıklarında ölüm riski gittikçe artıyor. Geçen yüzyılın ilk yarısında alt sıralardayken bu risk günümüzde ilk sıraya yerleşti. Kalp hastalıklarından en sık görülen ve ölüme en sık sebep olanı ise koroner kalp hastalığıdır.
 
Koroner arter hastalığı gelişmiş ülkelerde ölümlerin yarısına yakını, gelişmekte olan ülkelerde yaklaşık üçte biri, ülkemizde de yaklaşık yüzde 40’ından sorumludur. Koroner arter hastalığın risk faktörlerinden en önemlilerinden birisini sigara oluşturuyor.”

Kalp damar hastalığından ölümlerin üçte biri sigara nedeniyle oluyor

“Sigara içenlerde kalp -damar hastalığı gelişme riski içmeyenlerden 2- 5 kat daha yüksek. Hipertansiyon, hiperkolesterolemi, şeker hastalığı gibi diğer risk faktörleri de varsa risk oranı 8 kat artıyor. 45 yaş altı kalp krizlerinin yüzde 80’i sigara nedeniyle gerçekleşiyor. Bu yaşlarda yoğun sigara içilmesi ölümcül kalp krizini 10- 15 kat artırıyor. Kalp damar hastalığından ölümlerin üçte biri sigara yüzünden gerçekleşiyor.

Hiç sigara içmemiş olan birisinin riskini 1 kabul edersek, sigara içmiş ve bırakmış olanlarda bu risk 1.3 kat, günde 15 taneden az içenlerde 2.0 kat, günde 15- 24 tane içenlerde 3.1 kat,  günde 25 ve daha fazla içenlerde 4.9 kat artıyor. Sigaranın bırakılmasında sonra 3 yıl içinde kalp krizi geçirme riski yarı yarıya düşüyor. 6 yılın sonunda risk içmemiş olanların düzeyine yaklaşıyor. Sadece tiryakilerde değil, sigara içilen ortamda bulunan ve sigara dumanından pasif olarak etkilenen kişilerde de risk artıyor. Günde birkaç tane içmekle bile risk artabiliyor.

“Sigara koroner kalp hastalığının en önemli hazırlayıcılarında birisidir”

“Sigara kan lipid profilini bozuyor (iyi- HDL kolesterolü azaltıyor, kötü- LDL kolesterolü yükseltiyor). Sigara içenlerde hipertansiyon daha sık görülüyor ve tedaviye direnç gösteriyor. Kanın pıhtılaşmasını kolaylaştırıyor (fibrinojen düzeyini artırıyor). Kanın damar duvarına yapışmasını ve pıhtı oluşumunu kolaylaştırıyor (trombosit çökme hızını artırıyor). Damar duvarının narin kaygan pürüzsüz iç yüzeyini bozuyor, pürüzlü hale getiriyor. Damarları büzüştürüyor, koronerlerden kalp adalesine giden kan akımını azaltıyor. Kanın akışkanlığını azaltıyor, kanın koyuluğunu artırıyor (sekonder polistemi). Dolayısıyla sigara koroner kalp hastalığının en önemli hazırlayıcılarında birisi olma özelliği taşıyor.”

“Sigara içen kadın, erkeğe göre daha yüksek risk altında”

“Erkekte en sık rastlanan risk faktörü olan sigara kadınlarda daha önem arz ediyor çünkü; kadınları koroner kalp hastalığından koruyan iki önemli şeyi olumsuz yönde etkiliyor: östrojen, yani kadınlık hormonu ile HDL- iyi kolesterol. Sigara içen kadının kalp krizi riski, sigara içen erkeğe göre yüzde 25 daha fazla.

Sigaraya bağlı kalp krizi ve ölüm riski erkekte 2.7, kadınlarda 4.7 kat artıyor. Kalp krizi geçiren kişilerin, sigara içmeye devam etmeleri halinde tekrar kriz geçirme riski yüzde 22- 45 arasında artış gösteriyor. Bypass operasyonu sonrası sigara içmeye devam ederse mortalite oranı iki kat artıyor. Sigara sadece hastalandırmakla kalmayıp ömrü de 5- 10 yıl kısaltıyor.”


Günde bir kez hap kullanarak HIV’den korunmak mümkün…

Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı (UNAIDS)ve Dünya Sağlık Örgütü  (DSÖ) araştırmaları, HIV negatif kişilerin günde bir kez hap kullanarak HIV’den korunabileceklerini gösteren sonuçlarla dolu !
Kenya, Uganda ve Botswana’dan gelen yeni bilgiler antiretroviral (HIV’i baskılayan) ilaç tedavisinin heteroseksüel HIV bulaşmasını önlemede önemli rol oynadığını doğruluyor. 

13 Temmuz 2011 günü Cenevre’de HIV enfeksiyonu olmayan kişiler tarafından alınan bir günlük antiretroviral tabletin % 73 kadar HIV edinme riskini azaltabileceğini gösteren iki çalışma duyuruldu. Günlük tenofovir ve günlük tenofovir / emtricitabine önleyici ilaç olarak alınan her iki ilacın da heteroseksüel erkeklerin kadınlara ve kadınların erkeklere HIV bulaştırmasını önleyebildiği açıklandı. 

PrEP (risk öncesi koruyucu tedavi)  ile Washington Üniversitesi Uluslararası Klinik Araştırma Merkezi tarafından Kenya ve Uganda'da yapılan deneyde 4758 Sero-uyumsuz çift (biri HIV enfeksiyonuna sahip ve diğeri değil) izlendi. Çiftler, danışmanlık ve ücretsiz erkek ve kadın prezervatifleri aldı. Bulaşmamış eş günde bir kez tenofovir tablet veya tenofovir / emtricitabine tablet veya plasebo hap aldı. Tenofovir alan grup % 62 daha az HIV enfeksiyonları, placebo alan grupta % 73 daha az HIV enfeksiyonlarına rastlandı. Hastalığın kontrolü için Amerika Birleşik Devletleri merkezleri tarafından yapılan TDF2 adlı bir çalışmada, Botswana’da günde bir kez tenofovir / emtricitabine tablet veya plasebo hap alan 1200 erkek ve kadın takip edildi. Antiretroviral tablet, HIV enfeksiyonu bulaşmamış heteroseksüel kadın ve erkeklerin çalışma popülasyonda yaklaşık % 63 oranında edinme riskini azalttığı gözlendi. 

Birleşmiş Milletler Ortak HIV / AIDS Programı (UNAIDS) İcra Direktörü Michel Sidibe, bunun AIDS’e karşı antiretroviral ilaç tedavisinin sahip olduğu önemli rolü yeniden teyit ettiğini belirtti. "Bu çalışmalar bize HIV salgınını yok etme noktasına ulaşmak için yardımcı olabilir" dedi.  İlaç, tablet başına 0,25 US $ gibi düşük fiyatlarla, birçok ülkede jenerik olarak kullanılabilir. Kasım 2010 yılında, altı ülkede erkeklerle seks yapan erkekler arasında iPrEx deneme günlük tenofovir / emtricitabine tablet alanlar arasında HIV bulaşmasında % 44 azalma olduğunu bildirilmiştir. 

Dünya Sağlık Örgütü Genel Müdürü Dr Margaret Chan’e göre, “Yeni etkili HIV önleme araçlarına acilen ihtiyaç vardır ve bu çalışmaların heteroseksüel iletimi önlemede büyük etkisi olabilir.Dünya Sağlık Örgütü kadınları ve erkekleri HIV enfeksiyonundan daha iyi koruyabilmek için yeni bulguları kullanan ülkelerle birlikte çalışacaktır.” 
UNAIDS ve DSÖ HIV önlemede maruz kalma öncesi profilaksi potansiyel rolü keşfetmek için Sahra-altı Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkeleri ile zaten çalışmaktadır. Bu haber daha fazla insanı HIV testi yaptırmak, HIV hizmetlerine erişim ve önleme seçenekleri için eşleri teşvik edecektir. 
Bugün sadece HIV ile yaşayan 34 milyon insanın yaklaşık yarısının HIV durumundan haberdar olduğu tahmin edilmektedir. Daha fazla insan yeni bulgular ışığında HIV önleme teknolojilerine erişebilirse, HIV test alımındaki artış AIDS yanıtı üzerinde önemli bir etkiye sahip olacaktır. 
UNAIDS ve Dünya Sağlık Örgütü, bireyler ve çiftlerin HIV önleme seçeneklerini birlikte ve kendileri için en uygun şekilde bilinçli kararlar alarak uygulamalarını öneriyor. HIV’e karşı tam koruyucu tek bir yöntem yok. Önlenmesi için antiretroviral ilaçların diğer HIV önleme seçenekleri ile birlikte uygulanması gerekiyor. Bunlar erkek ve kadın prezervatiflerinin doğru kullanımını, cinsel ilişkiden kaçınmayı, ilk sefer için ilişki öncesinde uzun bir süre beklemeyi ve daha az ortaklı ilişkiyi içeriyor. 


SEDEF HASTALIĞINDA EŞ ZAMANLI UYGULANAN PSİKOLOJİK TEDAVİLER SONUÇLARI POZİTİF ETKİLİYOR

Dermatolojik hastalıkların çoğu, başkaları tarafından görülebilir olmaları nedeniyle hastanın yaşam kalitesini hem kişisel, hem de topl...