28 Ocak 2012

Tıp Dünyasını Heyecanlandıran 3 Yeni Yöntem Meme Kanserinin Nüks Etmesini Geciktiriyor!



Amerika Birleşik Devletleri’nde düzenlenen Meme Kanseri Sempozyumu’nda tedavi süreciyle ilgili yüz güldürücü sonuçları olan çalışmalar sunuldu. Tıp dünyasını heyecanlandıran yeni gelişmelere göre; yeni yöntemlerle meme kanserinin nüks etmesi daha uzun süreler geciktirilebiliyor!

Meme kanseri gelişmiş ülkelerde kadınlarda en sık görülen kanser olarak karşımıza çıkıyor. Amerika’da 80 yaşına kadar yaşayan her 8 kadından, ülkemizde de her 12 kadından biri hayatının herhangi bir döneminde meme kanserine yakalanıyor. Günümüzde çok sayıda kadının meme kanserine yakalanmış olması bu hastalığın tedavisi için yapılan uluslararası çabaları da arttırıyor. Daha başarılı tedavi yöntemleri için yeni ilaçlar veya kombinasyonlar, binlerce hasta ile yapılan klinik çalışmalarla araştırılıyor.

Kongreye katılan Acıbadem Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Gül Başaran’ yeni gelişmeler hakkında şu bilgileri veriyor;

''Osteoporoz ilaçları meme kanserine bağlı nüksü ve ölümü önleyebiliyor''

1. GELİŞME: Osteoporoz tedavisinde ve kemik metastazı olan kanser hastalarında kullanılan ilaç grubu, erken evre meme kanserinde nüksü ve meme kanserine bağlı ölümleri önlüyor.

Kanseri olmayan osteoporozlu hastaların tedavisinde ve kemik metastazı (sıçrama) olan kanser hastalarında, yeni kemik metastazlarını önlemek amacıyla verilen bir ilaç grubu, erken evre meme kanseri hastalarında nüksü ve meme kanserine bağlı ölümleri önlüyor. Yedi yıllık takip sonuçları sunulan araştırmaya göre; menopoza girmemiş, hormon reseptörleri pozitif, yumurtalık fonksiyonları anti-hormon ilaçlarla baskılanarak menopoza sokulan erken evre meme kanseri hastalarında etken maddesi zolendronik asid olan ilacın tedaviye eklenmesi hem hastalığın nüksünü hem de hastalığa bağlı ölümü geciktiriyor. Bu yeni anlayış erken evre meme kanseri hastalarının tedavisinde pek çok onkolog tarafından artık kabul görüyor.

''Hastalığın nüksü 7 ay geciktiriyor!''

16 Ocak 2012

''Meme kanserinin erken tanısında etkinliği kanıtlanmış tek tarama yöntemi ,mamografidir.

Türk Radyoloji Derneği’nden son günlerde meme kanseri tanısında
“ radyasyonsuz yöntem” olarak basında yer alan haberler hakkında basın açıklamasında bulundu. 

Meme kanserinin erken tanısında etkinliği kanıtlanmış tek tarama yöntemi mamografidir.’


Türk Radyoloji Derneği Meme Radyolojisi Çalışma Grubu Raporuna göre;
Kadınlarda en sık ölüme neden olan kanserlerin başında gelen, kadın sağlığını tehdit eden bir hastalı olan meme kanseri ile ilgili 1960 lı yıllardan bu yana erken tanı için çalışmalar yapılmaktadır. Herkes gibi bilim insanları da tek bir düğmeye basarak tüm kanser hücrelerini anında yakalayacak ve yok edecek bir yöntem bulmak isterler. Bu nedenle de bugün tüm dünyada en büyük araştırmalar kanser üzerine yapılmaktadır.

Basında son zamanlarda “meme kanserinde yeni bir tarama yöntemi” bulunduğuna dair yazılar çıkmaktadır. Söz konusu yazılarda “ radyasyonsuz meme kanseri tanısı” yapıldığı iddia edilmektedir. Bu yazılarda mamografi X ışını verdiği ve meme dokusunu sıkıştırdığı için kötülenmektedir. Mamografide kullanılan X ışını çok az miktarda olup dozu insan sağlığı açısından kabul edilebilir sınırlardadır. Sıkıştırma ise meme dokusunun görüntüsünün iyi çıkması için vazgeçilmez bir işlemdir. Zira sıkıştırma sayesinde meme daha az ışın almakta ve görüntüler daha kaliteli olmaktadır.

Yeni denenen yöntemlerin basında yeni ve daha etkin bir yöntemmiş gibi sunulması tehlikeli olabilmektedir. Son gönlerde basında çıkan elektrik impedansı ile çalışan yöntem buna iyi bir örnektir. Bu yöntemin bilimsel olarak kanıtlanmış ve meme kanserini çok erken saptayarak meme kanserinden ölümü azalttığına dair hiçbir kanıt yoktur. Bilimsel makaleler tarandığında böyle bir çalışmaya ulaşılamamaktadır. Kaldı ki bu tip cihazlar birçok normal veya zararsız oluşumları da kansermiş gibi gösterebilmektedirler. Bu durumda hiçbir şikayeti olmayan sağlıklı bir kadında gereksiz yere yeni birçok tetkik yapılmakta veya biyopsi yapılması gerekebilmektedir.

Bu duruma maruz kalan kadınların yaşadığı anksiyete ve sıkıntı göz ardı edilmektedir. Buna eklenen maddi kayıp ta benzer şekilde görülmemektedir. Bu nedenle henüz hiçbir bilimsel dayanağı olmayan yöntemlerin deneysel yöntemler olduğunun bilinmesi ve uygulanacak olan kişilerin de bu konuda aydınlatılması önemlidir. Basının rolü de burada büyüktür. Elektrik empedans yöntemi bilimsel dayanağı olmayan ve meme kanserinin erken yakalanması üzerine etkisi bilinmeyen deneysel bir yöntem olup meme kanseri taramasında hiçbir yeri yoktur.


Ancak günümüze kadar meme kanserinin erken tanısında tarama amaçlı kullanılabilecek mamografiye daha üstün bir teknik geliştirilmemiştir. Birçok yönde çalışmalar yapılmasına rağmen bilimsel olarak kanıtlanmış, meme kanserinden ölümlerde azalmaya belirgin etkisi olduğu gösterilmiş tek tarama yöntemi mamografidir. Kuşkusuz mamografinin X ışını ile çalışması kadınları tedirgin etmektedir. Ancak 1980’li yıllardan beri özellikle batı ülkelerinde çok yaygın olarak kullanılmasına rağmen mamografinin zararlı etkisine ait kanıt yoktur. Verilen X ışını miktarı kabul edilebilir sınırlarda tutulmakta ve teknolojik ilerleme ile de azalmaktadır. Özellikle 1980’li yıllardan sonra mamografinin faydası anlaşıldığından mamografi taraması, ilk olarak batı ülkelerinden başlayarak tüm dünyada yaygınlaşmıştır.

Yapılan tarama programlarının çoğunda tarama ile meme kanserinin erken evrede kontrol edilebileceği ve tarama yapılan kadınlarda yakalanan kanserlerin normal popülasyona göre daha erken dönemde olduğu gösterilmiştir. Genel olarak veriler değerlendirildiğinde Mamografi taraması meme kanserinden ölümü %25-30 arasında azaltmaktadır. Tarama mamografisi sağlıklı kadınlarda klinik bulgu ortaya çıkmadan meme kanserini saptayarak meme kanserinden ölümlerin azalmasını sağlayabilen tek bilimsel olarak kanıtlanmış görüntüleme yöntemidir. Tarama programının amacı meme kanserinden ölümün azaltılması ve ortalama yaşam süresinin uzatılmasıdır. Tarama programına geçen İngiltere ve İsveç de ve yaygın tarama yapılan Amerika da meme kanserinden ölümler 1990’lı yıllardan beri düşmeye başlamıştır. Ölümlerdeki bu azalmanın iki nedeni olmuştur: Bunlardan biri mamografi taramasıdır, diğeri de kemoterapideki gelişmelerdir. Mamografi taramasının bu azalmaya etkisinin kemoterapiye göre daha fazla olduğu ve % 65 oranında olduğu gösterilmiştir.

Tarama mamografisi 40 yaş ve üzeri sağlıklı kadınlarda yapılmalıdır. Ülkemizde yapılan tek çalışmada Türkiye’de meme kanserinin %50‘sinin 50 yaş altında geliştiği izlenmiştir. Bu nedenle 40 yaşdan itibaren her yıl düzenli mamografi kontrolü özellikle ülkemiz kadınları için önem taşımaktadır. Ulusal meme kanseri 2010 konsensus toplantısında 40 yaşdan sonra her yıl düzenli aralıklarla en az 70 yaşına kadar tarama mamografisi yapılması kararı verilmiştir.

TRD YÖNETİM KURULU

http://www.populersaglik.com/radyoloji-dernegi-meme-kanseri-tanisinda-radyasyonsuz-yontem-basin-aciklamasi-haber1497.htm

13 Ocak 2012

Unutkanlık günlük yaşamı etkiliyor.

“Her unutkanlık, hastalık habercisi olmamakla birlikte, kişide kaygı uyandırıyorsa, bunu çözmenin yolu bir uzmana başvurmaktan geçer”

Uzm. Dr. Melek Kandemir.
Bayındır Hastanesi Nöroloji Bölümü

Hafıza bozuklukları ve diğer zihinsel yetilerdeki bozukluklar günlük hayat işlevlerini etkileyecek kadar şiddetli hale geldiği zaman buna demans denir. Demans dışında en önemli unutkanlık nedenleri arasında; tirod bezi hastalıkları, depresyon, metabolik bozukluklar, inme, kafa travmaları, beyin tümörleri, açık kalp ameliyatlarında beyin dokusunun kanlanma azlığına bağlı değişiklikler, vücut direncini kıran birçok hastalık sayılabilir. Bu nedenle geniş bir araştırma yapmak ve doğru teşhisi koymak tedavinin ilk adımıdır. Bu demans benzeri bir tablo ile ortaya çıkan ancak tedavisi mümkün olabilecek durumların gözden kaçırılmaması yönünden çok önemlidir.

Alzheimer Hastalığı, en sık görülen demans türüdür.

Alzheimer tüm demansların %50-70’ini oluşturur. İlerleyici olarak beyin hücrelerinin yıkımı ile ortaya çıkan hafıza, öğrenme ve yargılamadaki bozukluklar olarak görülür. 65 yaşında Alzheimer görülme oranı %3 iken, 85 yaşından sonra %50'lere çıkar. Hastalığın nadir görülen genetik formları da vardır ki burada birçok aile bireyinde hastalık erken yaşta görülebilir. Kesin teşhis ancak beyin dokusunun mikroskobik incelemesi ile yapılmakla beraber, yeni tanısal araçlarla %90 doğruluk ile teşhis konabilir.

Tanı ve Tedavi

Günümüzde Alzheimerın kesin tedavisi mevcut olmamakla birlikte ilaç tedavilerinin, hafıza, yargı ve yeni bilgi öğrenmedeki bozuklukları azaltmada ve geciktirmede yardımcı olduğu, davranışsal bulguların düzeltilmesinde rol oynadığı, hastalığın genel olarak ilerlemesinde de yavaşlatıcı etkileri olduğu düşünülmektedir. Huzursuzluk, isteksizlik, uyku bozuklukları, sanrılar, hayal görmeler ve saldırgan davranışlar için yardımcı ilaçlar da kullanılabilir. Hekim, mevcut tedavi seçenekleri arasından hasta için uygun olanına karar verir.

Hasta ile yapılacak ayrıntılı bir görüşme ve dikkatli fizik, nörolojik ve psikiyatrik muayene ile birlikte aile bireylerinin vereceği bilgiler son derece önemlidir. Depresyon ile demans ilişkisi özel bir önemde ele alınmalıdır. Ardından ‘Nöropsikolojik test' olarak isimlendirilen, başta hafıza olmak üzere tüm zihinsel yetilerin değerlendirildiği bir dizi test uygulanır. Bu testler ile kişinin dikkat ve konsantrasyonu, yakın ve uzak hafızası, dil yetileri, düşünce oluşum hızı, el-göz koordinasyonu, görsel becerileri, tasarlama, karar verme, soyutlama yetileri değerlendirilir. Beyin bilgisayarlı tomografisi veya manyetik rezonans görüntüleme ile beyin içinde işlevleri bozabilecek bir başka sorun (tümör, kanama vs) olmadığından emin olunur. Belirli demans sendromları için özel beyin görüntüleme bulguları açısından değerlendirilir. Elektroensefalografi incelemesi yapılarak dikkat, konsantrasyon ya da algıyı bozabilecek ilave bir sorun olup olmadığı araştırılır.

Geniş bir laboratuvar değerlendirme ile tiroid bozuklukları, vitamin eksiklikleri, metabolik bozukluklar, altta yatan bir kronik enfeksiyon gibi demansa sebep olacak diğer etkenler araştırılır. Bulgular değerlendirilerek tanı konur, hastalığın tedavi ve takibini içeren süreç başlatılır. Hastanın sahip olduğu kalp-damar hastalıkları, diyabet gibi sistemik hastalıkların da kontrol altında tutulmasının, demansın seyrini ve yaşam kalitesini doğrudan etkileyeceği bilinmeli ve bu açılardan da takip edilmelidir. Akılda tutulması gereken en önemli nokta, belirtileri birbirine çok benzer olan bazı hastalıkların sebeplerinin, tedavi yöntemlerinin ve tedaviye cevaplarının çok farklı olduğudur.

Normal yaşlanmada, zaman zaman hatırlamada güçlükler olabilir ancak Alzheimerda bu, giderek şiddetlenen ve günlük yaşam işlevlerini etkileyen bir durumdur. Hastalığın erken devrelerinde unutkanlık, kelime bulma güçlüğü ve günlük işlevlerde zorluklar, yardıma ihtiyaç baş gösterir. Hastalık ilerledikçe, huzursuzluk, kafa karışıklığı, isteksizlik, uyku bozuklukları, sanrılar ve hayal görmeler gelişir. Son dönemlerinde, hastanın yakınlarını tanıması ve iletişimi bozulur.

İlaç kullanımı ile birlikte hastanın yaşam şartlarının ona uygun hale getirilmesi de tedavinin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Çevre değişikliği, yolculuklar, hastane yatışı, eve yeni kimselerin gelişi, demansı olan hastaları çok çabuk huzursuz edebilir. Bu nedenle mümkün olduğunca çevrelerini sabit tutmak, günlük alışkanlıklarını korumak için çaba sarf edilmelidir. Görebileceği bir yerde zamanı hatırlatacak bir takvim ve saat bulundurmak, tehlike teşkil edecek kesici, yanıcı eşyaları kolay ulaşabileceği yerlerde bulundurmamak, kontrolsüz olarak evden dışarı çıkmasını engellemek gerekir.

Aileler için de destek ve tedavi programları uygulanmalıdır.

Ailede Alzheimer gibi, uzun süreli, ciddi fiziksel ve zihinsel yıkıma sebep olan bir hastalığa sahip bir birey bulunduğu zaman, bundan, başta hastaya bakım verenler olmak üzere tüm aile etkilenir. Bu nedenle hastalar için olduğu gibi aileler için de destek ve tedavi programları uygulanmalıdır.

Hafıza Bozuklukları Ünitesinin Amacı

*Hafıza ve diğer zihinsel yetilere ait şikayetleri, davranış değişikliklerini değerlendirip yakınmaların bir demans süreci ile ilişkili olup olmadığını teşhis etmek,
*Depresyon, dikkat eksikliği gibi demans dışı nedenlerden kaynaklanan yakınmalara uygun tedaviyi önermek,
*Demans tanısı konursa, nedenini saptayarak, tedavisi mümkün olanlarda hızla tedaviye başlayarak yakınmaları düzeltmek,
*İlerleyici olan durumlarda gereken önlemleri almak, planlanan tedaviyi uygulamak, hastanın ve yakınlarının uygun biçimde yönlendirilmesini sağlamaktır.

Kimler Hafıza Bozuklukları Ünitesine başvurmalı?

*Yeni bilgi edinme ve hatırlamada zorluk çekenler;
*Yemek yapmak, evin düzenini sürdürmek, araba kullanmak, karar vermek, bütçelerini planlamak gibi önceden yaptıkları *işleri yapmakta zorlananlar, bulunduğu yeri, yolu şaşıranlar.
*Eskisine nazaran daha durgun olanlar, ya da kontrolsüz davranışlar gösterenler.
*Konuşmalarında tutukluk, kelime bulma güçlüğü olanlar.

11 Ocak 2012

Venöz Tromboemboli-Pıhtı Atması

Hastanede yatan hastalarda önlenebilir en sık ölüm nedeni venöz tromboemboli (VTE) ‘dir.

Anadolu Sağlık Merkezi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Esra Sönmez Duman uyarıyor: Halk arasında “pıhtı atması” olarak tanımlanan VTE’den korunmanın en etkin yolu, risk taşıyan hastalarda önleyici tedavi uygulamasıdır.

Hastanede yatan hastaların, yatışa sebep olan hastalık dışındaki ölüm nedenleri arasında %10’luk oranla birinci sırada yer alan VTE hakkında hastaların bilinçlenmesi ve VTE önleyici tedavisinin yapılıp yapılmadığı sorgulaması sağlıklı bir nekahat dönemi geçirmeleri için büyük önem taşıyor.

Günümüzde, tüm dünyada hastaların yatış sürecinde, hastalıkları dışında VTE riski açısından değerlendirilmesi, risk grubunda olan hastalara uygun önleyici tedavinin verilmesi hasta güvenliği hedefi olarak belirlenmiştir. Bu konu sağlık hizmetlerinde bir kalite göstergesi olarak da kabul edilmektedir.

Dr. Esra Sönmez Duman, hastalıkla ilgili şu bilgileri veriyor: “Özellikle ortopedik cerrahi hastalarında emboli riski çok yüksek olduğu için bu hastalarda önleyici tedavi uzun süredir standart olarak uygulanmakta. Hastanede yatarken kaybedilen hastaların ölüm sebeplerini araştıran çalışmalarda; cerrahi bilimlerden daha sık oranda dahili bilimler hastalarının VTE’den kaybedildikleri görüldü ve risk değerlendirmesinin önemi vurgulandı.” Uygun VTE önleyici tedavisi yapılmayan hastalarda ortaya çıkan ve öldürücü olabilen akciğer embolisinin en önemli belirtileri nefes darlığı, göğüs ağrısı, balgamda kan, çarpıntı, ateş, ani bayılma, morarma olabiliyor. Bazen de hiç belirti vermeden büyük bir pıhtı koparak, akciğer atardamarını tamamen tıkıyor ve kalp aniden durabiliyor. Bu nedenle emboli tanısı akla geldiğinde, doğrulamak için testler ve görüntülemeler ile zaman kaybetmeden hızla tedaviye başlanması gerekiyor.

Kimler risk grubunda?



• Yaşlılar (40-60 yaş grubu daha az riske sahipken, 60-70 yaş grubunda risk ilk gruba göre iki kat, 75 yaşın üstünde ise beş kata yakın oranlarda artabiliyor.)
• Obez hastalar
• Uzun anestezi süresi gereken cerrahi geçirmiş hastalar
• Önceden tromboemboli geçiren veya kanda pıhtılaşma eğilimi olanlar
• Hastanede yatan çok ağır enfeksiyon hastaları (akciğer, batın, kemik enfeksiyonu, sepsis)
• Ağır astım ve kronik obstrüktif akciğer (KOAH) hastaları
• Yatak istirahati uzayan veya yatağa bağımlı olanlar
• Tüm kanser hastaları
• Yoğun bakım hastaları
• Gebeler
• Doğum kontrol hapı gibi estrojen içerikli ilaçlar kullananlar

Anne adaylarında emboli riski

Anne adaylarında değişen hormonal dengeler emboliye yatkınlığı artırıyor. Ayrıca bebeğin artırdığı karın içi basınç, kanın bacak toplardamarlarından kalbe geri dönüşünü yavaşlatıyor. Gebelikte embolinin öldürücü olabildiğini belirten Dr. Duman, “Bu dönemde VTE belirtileri çok net olmayabiliyor. Anne adayları nefes darlığı ve kalp çarpıntısı gibi yakınmaları gebelik nedeniyle yaşadıklarını düşünebiliyor, bu yakınmalar hekimler tarafından da göz ardı edilebiliyor. Gebelikte VTE riski her zaman akılda tutulmalı ve beklenenin dışında nefes darlığı, çarpıntı, göğüs ağrısı, ateş gözlenen gebelerin VTE açısından da değerlendirilmesinin ihmal edilmemesi gerekiyor. Gebelikte rutin VTE önleyici tedavi önerilmemekle birlikte eğer anne adayının önceden bilinen, pıhtılaşmaya genetik bir yatkınlığı varsa veya daha önce VTE geçirmişse, gebelik boyunca önleyici tedavi alması öneriliyor.”

BEBEKLERE 1 YAŞINDAN ÖNCE TUZ YASAK!


Bebeklere ek besin verirken son derece dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü basit gibi görülen hatalar ileri yaşlarda ciddi sağlık sorunları oluşturabiliyor. Örneğin bebeklere 1 yaşından önce verilen tuz damarlarda birikerek erken yaşta hipertansiyon hastası olmalarına yol açabiliyor.

Bebeklerin ilk 4-6 aylarına kadar sadece anne sütüyle beslenmeleri, ardından da mutlaka ek besinlere başlamaları öneriliyor. Ancak ek besinlere 4. aydan önce kesinlikle başlanmaması gerekiyor. Bunun nedeni ise bebeklerin mide-bağırsak sistemi ve böbrek fonksiyonları yeteri kadar olgunlaşmadığı için bu dönemde ek besinleri almaya hazır olmamaları. İnek sütü ve buğday unu gibi ek besinlere erken başlamanın en büyük riski ise bebekte besin alerjisine yol açabilmesi! Bunun aksine ek besinlere geç başlandığında ise yetersiz enerji ve protein alımına bağlı enfeksiyon riskinin artması, demir eksikliğine bağlı anemi, katı besinleri ve çiğnemeyi öğrenememe ile yetersiz vitamin – mineral alımına bağlı büyüme- gelişme geriliği gibi pek çok ciddi tablo ortaya çıkabiliyor.

 International Hospital’den Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Şebnem Ersoy, bebeklere ek besin verirken son derece dikkatli olunması gerektiğini belirterek, “Çünkü basit gibi görülen hatalar ileri yaşlarda ciddi sağlık sorunları oluşturabiliyor. Örneğin bebeklere 1 yaşından önce verilen tuz damarlarda birikerek erken yaşta hipertansiyon hastası olmalarına yol açabiliyor. ” uyarısında bulunuyor!
TUZLU BESİNLER DAMARLARA ZARAR VERİYOR!



Bebeklerin beslenmelerinde yapılan en sık hatalardan biri, tuzlu besinler yedirmek oluyor. Yapılan araştırmalar, Türkiye’de bebeklerin yüzde 60’ının 1 yaşından önce evde yetişkinler için yapılan salçalı, tuzlu ve baharatlı yemekleri yediğini gösteriyor. Oysa bebeklere 1 yaşına gelinceye dek tuzlu hiçbir besini tattırmamak gerekiyor. Çünkü bebeklik dönemi aşırı sodyum, dolayısıyla tuz tüketimine bağlı ileri yaşlarda oluşacak tansiyon hastalığı yönünden hassas ve belirleyici bir dönem. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir çalışmada, doğumdan itibaren 15 yaşına kadar kan basınçları izlenen bebeklerin, ilk 1 yaşta diyetlerinde yüksek oranda tuz bulunanların, düşük tuz içerenlere göre kan basınçları daha yüksek bulundu. Çünkü bebeklik döneminde aşırı tuz, yani sodyum tüketimi kan basıncını yükselterek aort ve koroner damarlarda erken dönemde damarsal değişikliklere ve dolayısıyla kalp –damar ile böbrek hastalıklarına zemin hazırlıyor. Bunun sonucunda da bebeğin yetişkinlik dönemine geldiğinde daha erken yaşta, hatta çocukluk çağında bile tansiyon hastası olmasına yol açabiliyor!

YARIM ÇAY KAŞIĞINDAN AZ ALMALI!

12 Aralık 2011

Osteoporoz konusunda bilgilenmek ve önlem almak için hiçbir zaman geç değildir.

Osteoporoz Risk Faktörlerinin Tanımlanmasına Yönelik Çok Merkezli Araştırma sonuçlandı.Uzmanlar Osteoporoz konusunda bilgilenmek ve önlem almak için hiçbir zaman geç olmadığını bir kez daha vurguluyor.
 
RİSKFAKT ARAŞTIRMASI
Osteoporoz Risk Faktörlerinin Tanımlanmasına Yönelik Çok Merkezli Araştırma

Araştırmanın amacı


Çok merkezli çalışmanın amacı 7 farklı coğrafik bölgedeki 9 merkezden osteoporoz tanısıyla izlenmekte olan hastalardaki risk faktörlerini tanımlamaktır. Çalışma kapsamına 9 farklı merkezin Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon polikliniklerine başvurmuş olan ve osteoporoz (OP) tanısı alan toplam 707 hasta alındı.
Tüm hastalarda OP tanısı Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerildiği şekilde; DEXA cihazı ile değerlendirilen kemik mineral yoğunluğu ölçümlerinde femur boynu(KALÇA) ya da lumbal vertebra (toplam) (BEL OMURLARI) T skorunun -2.5 ve altında olması ile kondu.
Hazırlanan standart hasta kayıt formlarına hastaların;


• Demografik verileri,
• Beslenme alışkanlıkları,
• Osteoporoza eşik eden (Komorbid) hastalıkları,
• Tüm ilaç kullanımları,
• Menopoz bilgileri
• Risk faktörleri
polikliniklere geliş sırasına göre; ardı sıra kaydedildi.

Bulgular
• Hastaların yaş ortalaması 63.9±11.7 yıl olup %88.8’ini kadınlar oluşturmaktaydı.
• Sedanter yaşam tarzı (% 49.2),
• Kapalı giyim tarzı (% 46.7)
• Kalsiyumdan fakir beslenme (%41.4) ön plana çıkmaktaydı.
• Hastaların %23.1’inde aile OP öyküsü,
• Kadınların %39.6’sında erken, 14,8 inde cerrahi menopoz öyküsü mevcuttu.
• Kadınlarda ortalama menopoz yaşı 46,1di.
• Kronik antidepresan kullanımı 12,2
• 3 aydan uzun süre 5 mg/gün ve üzerinde kortikosteroid kullanımı olan hastaların oranı: 11,6
• Osteoporoza eşlik eden (Komorbid) hastalıklar arasında hipertiroidi (GUATR) %6.9, gastrointestinal sistem sorunları (MİDE BARSAK) %6.8, nöromüsküler (Multipl Skleroz, Parkinson , Hemipleji-İnme, Spinal Kord-Omurilik Yaralanması) hastalıklar %5.9, romatoid artrit (İLTİHAPLI ROMATİZMA) %4.8, böbrek hastalıkları 4,8 ve Ankilozan Spondilit (Omurgayı tutan iltihaplı romatizma) %2.5 oranında dikkati çekti.
• Osteoporoza neden olabilecek ilaç kullanım durumlarına bakıldığında; hastaların %12.2’sinin antidepresan, %11.6’sının 3 aydan uzun süre ve 5 mg/gün’den fazla olmak üzere steroid kullandığı, %7,4 ünün aliminyum içreren antiasit % 3,3 ünün kronik heparin ve % 1,7 sinin antikonvülzan (EPİLEPTİK NÖBETLERİ ÖNLEYEN İLAÇ) kullandığı saptandı.

• Halen HAREKETSİZ( Sedanter) yaşam sürenler % 49,2
• Güneş ışınlarından yararlanmayanlar % 45,7
• Hastaların sigara kullanım oranı %8,5,
• Pasif içicilik oranı %18,0,
• Kendisinde 40 yaş öncesinde hafif bir travma ile (kırılganlık) geçirilmiş kırık olanlar % 23,8
• Erişkin dönemde (<500-850mg/gün) % 41,4 oranında Düşük Ca alımı saptandı.
• Çocukluk çağında (<1000mg/gün) % 37,3 oranında Düşük Ca alımı saptandı.
• % 20,7 oranında ise; Fazla sodyum alımı (>2 gr/gün) saptandı.
• Yetersiz protein alımı %18,5
• Ailesinde osteoporoz öyküsü olanlar % 23,1
• Aşırı alkol alımı (Düzenli olarak günde 100 ml den fazla) % 0,4
• Günümüzde klinik pratik uygulamalarda halen kemik mineral yoğunluğu ölçümleri, bireyin kırık riskini belirleme de en etkili yöntem olarak kabul edilmektedir.
• Bununla birlikte, kırık riskinin belirlenmesinde ve tedavi planlanmasında ülkelere özgü risk faktörlerinin değerlendirilmeye alınmasının önemi ve yararı mutlaka akılda tutulmalıdır.
ÜLKEMİZDE ÖNE ÇIKAN OSTEOPOROZ RİSK FAKTÖRLERİ:
• Hareketsiz yaşamak
• Güneş ışınlarından yararlanmamak
• Çocukluk çağından itibaren kalsiyumdan ve D vitamininden zengin olan gıdaları tüketmemek
• Osteoporoza neden olan ilaçlar kullanıyor olmak
• Osteoporoza neden olan başka hastalıkları olmak
ÖNERİLER:
1-Osteoporoz konusunda bilgilenmek ve önlem almak için hiçbir zaman geç değildir.
2-Her ülkenin kendine özgü; öne çıkan risk faktörleri konusunda bilgi sahibi olunmalıdır.
3-Hareketsizlik osteoporozu davet eder. FTR uzmanı hekime danışarak; düzenli olarak kemiklere yük bindiren; gövdeyi, kol ve bacakları kuvvetlendiren, dengeyi geliştiren hareketler yapılmalıdır.
4-Güneş ışınları en ucuz ve kolay ulaşılabilen D vitamin kaynaklarıdır. Uygun saatlerde güneş ışınlarından yararlanılmalıdır.
5-Çocukulktan itibaren beslenirken kalsiyum ve D vitamininden zengin gıdalar tercih edilmelidir.
6-Osteoporoza neden olan diğer hastalıklar ve ilaçlar konusunda bilgi sahibi olunmalı ve osteoporoza yakalanmamak için önlem alınmalıdır.
7-Sigara tüketimi sonlandırılmalı, sigara içilen ortamlarda bulunmamaya özen gösterilmelidir.
8-Osteoporoz riski varsa hastalıktan korunmak ve erken tanı için hekime baş vurulmalıdır.

Araştırmacılar

Prof. Dr. Yeşim Gökçe Kutsal1, Uzm. Dr. Oya Özdemir2, Prof. Dr. Fatma İnanıcı1,Uzm. Dr. Sevilay Karahan3, Uzm. Dr. Asuman Doğan4, Prof. Dr. Sami Hizmetli5, Prof. Dr. Ayhan Kamanlı6, Doç. Dr. Banu Kuran7, Prof. Dr. Sema Öncel8,Doç. Dr. Selda Sarıkaya9, Prof. Dr. Serpil Savaş10, Prof. Dr. Kazım Şenel11, Doç. Dr. Pelin Yazgan12



SAĞLIKLI KALMANIN İLK KOŞULU; GÜÇLÜ BİR BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNE SAHİP OLMAK.

Havaların soğuması ile birlikte; kapalı ortamlarda daha fazla bulunulması ve kişiler arasında yakın temas nedeni ile pek çok hastalık da bulaşarak artış gösteriyor. Yeni mevsimde hastalıkların tedavisinden önce, koruyucu tedbirler büyük önem kazanıyor.

Dr. İlkay Keskinel,
Göğüs Hastalıkları Uzmanı ve İmmünolog
Memorial Ataşehir Hastanesi

Yanlış beslenme ve stres bağışıklık sisteminin düşmanıdır
Son dönemlerde artış gösteren hastalıklara yakalanmamak için dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesidir. Doğuştan gelen bazı bağışıklık yetmezliklerinin yanı sıra; yeterli beslenememe, ruhsal stres, çeşitli hastalıklar ve bağışıklık baskılayıcı ilaçlar bu sistemin dengesini bozabilmektedir. Sağlıklı bir bağışıklık sistemine sahip kişiler, çevresel faktörlerin etkisiyle kolay kolay hasta olmazken; bağışıklık sistemi zayıfladığında, zararsız görünen mikrobik hastalıkların bile ölümle sonuçlanması söz konusu olabilmektedir.

Bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için öneriler:
Bağışıklık sisteminin iyi çalışmasının anahtarı, dengeli beslenmektir. Bağışıklık sistemini doğrudan güçlendiren “sihirli” bir besin yoktur; önemli olan sağlıklı koşullarda üretilmiş ve hazırlanmış besinleri, dengeli bir biçimde tüketmektir.
  1. Yeterli protein alın. Protein kaynağı olarak hayvansal proteinlerle bitkisel proteinleri dengeli bir biçimde tüketin.
  2. Çiğ sebze-meyve ile beslenin. Sebze ve meyveler içerdikleri doğal vitaminler ve diğer antioksidanlar aracılığıyla, bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olurlar.
  3. Probiyotiklerden yararlanın. Yoğurt, kefir gibi besinler, mide-bağırsak sistemindeki bağışıklık sistemi elemanlarının sağlıklı işleyişinde rol almaktadır.
  4. Hazır içecekler yerine; doğal, taze sıkılmış meyve sularından yararlanın, mutlaka bol sıvı alın.
  5. Çay için. Yeşil çay “kateşin” adı verilen bir antioksidan maddeyi bolca içermektedir. Çaydaki “polifenol” adı verilen maddeler de, pek çok hastalığa neden olabilen oksidan maddelerle savaşılmasına yardımcı olmaktadır.
  6. Uyku düzeninizi koruyun. Uyku, hem fiziksel hem ruhsal sağlık açısından çok önemlidir. Yalnızca uzun süre uyumak değil, kaliteli bir uyku da bağışıklık sisteminin sağlıklı işleyişi açısından önemlidir.
  7. Egzersiz yapın; ancak aşırıya da kaçmayın. Düzenli yapılan egzersizin enfeksiyon riskini azalttığı bilimsel bir gerçektir. Tam tersine aşırı ve düzensiz egzersiz, bağışıklık sisteminin işleyişini olumsuz etkileyebilir.
  8. Hayata olumlu bakın, gülmeyi ve gülümsemeyi ihmal etmeyin. Merkezi sinir sistemi ile bağışıklık sistemi; bazı sinir ileti maddeleri, hormonlar ve “sitokin” adı verilen maddeler sayesinde birbirleriyle “haberleşir”. Çoğu bağışıklık sistemi hücresinin zarında, bu maddeler için “reseptör” adlı alıcılar bulunmaktadır. Bu nedenle pozitif düşünmek ve gülümsemek sizi saha sağlıklı kılar.
  9. Sigaradan vazgeçin ve pasif olarak da olsa sigara dumanına maruz kalmamaya çalışın. Sigara, solunum yollarını kaplayan ve akciğerlerin savunma sisteminde önemli olan titrek tüylerin felce uğramasına neden olur, zatürre gibi mikrobik hastalıklara yakalanma riskini artırır. Vücutta C vitamininin tüketilmesine yol açan sigara, hastalıklara eğilimin artmasına neden olur. Bağışıklığı bozduğu bilinen sigaranın, sadece içene değil, çevredekilere de pek çok zararı vardır.
  10. Kilonuzu ideal aralıkta tutmaya çalışın. Aşırı yağ tüketiminden, özellikle trans yağlardan kaçının. Gereğinden fazla yağlı besinler tüketmenin bağışıklık sistemini olumsuz etkilediği bilinmektedir. Bunun yanında, hızlı kilo kaybı da, bağışıklık sistemini zayıflatmaktadır. Bilinçsiz, hızlı kilo kaybettiren diyetlerden kaçınmak önemlidir.
  11. Temizlik maddelerinin aşırı kullanımı ile cildinizin sağlıklı ve normal bakteri dengesini bozmayın. Sağlıklı cilt hastalıklar için sağlam bir bariyer olmakla beraber; normal mikrop dengesi bozulmuş ve hasarlı bir cilt, mikropların giriş kapısı olabilir.
  12. Doktor tavsiyesi olmadan antibiyotik kullanımından kaçının. Aşırı antibiyotik alımı ile bağırsaklardaki normal “flora” dengesi bozulmaktadır. Bu da bağışıklık sisteminizi olumsuz etkileyerek pek çok hastalığa davetiye çıkarabilir.





SEDEF HASTALIĞINDA EŞ ZAMANLI UYGULANAN PSİKOLOJİK TEDAVİLER SONUÇLARI POZİTİF ETKİLİYOR

Dermatolojik hastalıkların çoğu, başkaları tarafından görülebilir olmaları nedeniyle hastanın yaşam kalitesini hem kişisel, hem de topl...