12 Ağustos 2013

Büyük Göğüs Kadınları Kambur Yapıyor!

Standart ölçülerin dışındaki büyüklükte göğse sahip kadınlar günlük hayatta kısıtlanıyor. İri göğüsler kadınlarda psikolojik travmaya neden olmanın yanısıra fiziksel olarak da sıkıntılara yol açıyor.

Dr. Mithat Ulay, 
Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı
International Hospital 

İri göğüse sahip kadınlar özellikle de yazın gelmesini, denize gitmeyi istemezler. Çünkü bütün bakışlar üzerlerinde toplanır, bu da rahatsızlık verir. Kışı daha çok severler çünkü kışın kıyafetler ile olumsuz bulduklarını görüntüyü kolaylıkla saklayabilirler. Büyük göğüs, kadınlarda bel ve boyun fıtığına, yaygın sırt ağrılarına da yol açar

İri meme nedeniyle kadınlar en çok hangi sorunları yaşıyor? 

- Uygun kıyafet bulamama.
- Olduğundan yaşlı gösterme. 
- Özgüven azlığı. 
- Kilolu gözükme. 
- Günlük harekette zorlanma, hızlı hareket edememe. 
- Rahat spor yapamama. 
- Özellikle de yazın göğüs altlarında terleme nedeniyle koku ve pişik oluşması. 

Hekimlerin büyük meme ölçüsü nedir? 

Kitaplara bakarsanız göğüsler 2. ve 6. kaburga arasında yer alır, meme başı ise sternum dediğimiz, kaburgaları göğsümüzün ortasında birleştiren kemiğin üst ucundan itibaren 19-21 cm arasında yer alır. Bu kitabi bilgidir ancak iri göğüs kişinin boyuna, göğüs kafesi genişliğine ve memenin kendi hacmine göre değişir, hepsini göz önünde değerlendirmemiz gerekmektedir. 
Ne zaman ameliyat olmak gerekiyor? 
Genç bir kadın 18 yaşını doldurduktan sonra ameliyat olabilir. Ancak bazen istisnai olarak çok büyük göğüsler olabilir ve bu da kişinin psikolojisini bozabilir, o durumlarda kemik yaşına bakarak büyüme tamamlanmış ise 16-17 yaşlarda ameliyat uygundur. Hamilelik sonrası kilo almaktan dolayı göğüsler daha da iri olabilir, ancak eğer anne emziriyor ise emzirme bittikten en az 6 ay sonra küçültme ameliyatı yapılabilir. Ancak 1-2 yıl içerisinde çocuk sahibi olmayı planlayan kadınların doğum ve emzirme sonrasını beklemelerini öneriyorum. 

Meme estetiği olanlar emzirebilir mi, meme hassasiyeti kaybolur mu?


Meme başı mesafesinin 35 -37 cm’nin üzerinde olduğu kadınlara uygulanacak teknikten dolayı his kaybı ve emzirme sorunu olur, zaten bunlar, çok büyük göğüslerdir ve bu hastalar genellikle bize “Bunları kesip alın beni bu hamallıktan kurtarın” diye gelirler. Her bir göğüsten 5 kilo meme dokusu çıkardığım hastalar vardır, düşünün bir anda 10 kilo yok oluyor. Bu mesafenin 35 cm’nin altında olduğu kadınlarda uygulanacak tekniklerden dolayı his kaybı ve emzirememe görülme olasılığı azdır, ancak yine de görülebilir. Kişiye ameliyat öncesi mutlaka genel bir değerlendirme yapılır, çok yağlı, kilolu, şeker hastalığı olanlarda yara iyileşme problemleri görülebilir. 


Büyük göğüsler hangi tekniklerle ameliyat ediliyor? Günümüzde en çok tercih edilen teknikler hangileridir? Bu tekniklerde iz oranı nedir? 

Küçültme teknikleri meme başının uzaklığına ve memenin hacimsel kitlesine bağlıdır, en çok kullanılan teknikler “Vertikal Mamoplasty” ve “Supero Medial” küçültme teknikleridir. 

Vertikal Teknik: Meme başı çevresinden dik olarak aşağıya uzanan bir çizgi olabilir. Bazen de göğüs büyüklüğüne bağlı olarak göğüs altına kadar uzanan J veya L şeklinde izler ortaya çıkabilir. 
Supero Medial Teknik: Bunda memede ters T şeklinde iz kalır. Dikişlerin hepsi cilt altı dikişlerdir. Bu nedenle dikiş almaya gerek yoktur. Ameliyat öncesi mutlaka kan, akciğer ve kalp kontrolleri yapılır. Çok sigara içenlere yapılmaz, 2-3 hafta öncesinden sigarayı içmemeleri önerilir. Aspirin kullanılmaz, ameliyat süresi yaklaşık 3-4 saat arası değişir, ameliyattan sonra koltuk altlarından çıkan drenler olur. Bu içerde toplanabilecek kanı yok etmek amacıyladır. Yaklaşık 2-3 gün sonra bu drenler çekilir. Meme üzerlerinde ise elastik bantlar olur bir hafta sonra bantlar çıkarılıp sporcu sutyeni kullanılması istenir. Bir akşam hastanede kalınır, 3 hafta süreyle ağırlık kaldırılmaması, 2 hafta süreyle araba kullanılmaması önerilir.




Büyük göğüslerde kitlelerin tespiti açısından zorluk oluyor mu? 

Büyük göğüslere sahip kadınlarda küçük kitleleri tespit doğal olarak çok daha zordur ve daha sık yapmalarını ve ultrason ile muayene ettirmelerini öneriyorum. Meme kanseri bilindiği gibi erken teşhisle hiçbir zaman öldürücü değildir, küçültme ameliyatı olacak olan kadınların sık sordukları soruların başında “Meme ameliyatı olursam kanser olur muyum?” sorusu gelmektedir. Tam tersi, iri göğsü muayene etmek daha zordur. Henüz başlangıç aşamasındaki ufak başlangıç kitleleri bulmak daha zor, meme dokusu kitlesi arttıkça kanser riski artabilir. Ailesinde kanser riski olanlar küçültme ameliyatını bu nedenlerden dolayı daha çok düşünmek zorundalar.

22 Temmuz 2013

KOLESTEROL İLE İLGİLİ BİLİNMESİ GEREKENLER




Yüksek kolesterol; diyet, egzersiz ve gerektiğinde ilaç kullanımı ile kontrol altına alınabilecek bir sorundur. Sağlıklı bir yaşam için kolesterol seviyesinin kabul edilebilir sınırlarda tutulması çok önemlidir. İlaç kullanımındaki en önemli yanlış; sigarayı bırakma, diyet ve egzersizle kolesterolün ne kadar düşürülebileceği değerlendirilmeden hastanın ilaçla tedavi kapsamına alınmasıdır. Çünkü kolesterol ilaçlarının gereksiz kullanımı, hasta için zararlı olabilir. 






Prof. Dr. Servet Öztürk 
Girişimsel Kardiyoloji Bölüm Başkanı 
Memorial Şişli Hastanesi 

Kolesterol vücut için gerekli

Kolesterol; vücutta karaciğer tarafından birçok hücre ve hücre içi yapının bileşiminde yer alan, hormonlarda ve diğer vücut fonksiyonlarında önemli rol oynayan yapı taşıdır. Kolesterolün olmaması halinde; sinir ve sindirim sistemi ile cinsel fonksiyonlar olumsuz etkilenir. Özellikle çocukluk çağındaki beslenme kolesterolden zengin olmalıdır. Özellikle bu dönemdeki kolesterol eksikliği gelişme bozukluğu ve zeka geriliğine yol açabilir. Ancak sağlıklı bir yaşam için kolesterol düzeyinin, olması gereken seviyede tutulması çok önemlidir.

 Kolesterol değerleri kişiye göre değişir 

 Kolesterol değerlerinin kabul edilebilir ölçülerde olması kişinin özelliğine göre değişir. Kalp hastalığı kanıtlanmış kişilerde, kötü huylu kolesterol (LDL) değeri 100’ün altında olmalıdır. Kalp hastalığı olmayan ancak yüksek risk faktörleri olan kişilerde de LDL değerinin 130’un altında olması hedeflenir. Kalp hastalığı olmayan ve risk faktörleri bulunmayan kişilerde HDL 60 veya üzerindeyse, LDL değerini 130’un altına indirmek gerekli değildir. Kolesterolün; iyi huylu (HDL), kötü huylu (LDL) ve alt grupları vardır. Bunların seviyeleri ve birbirlerine oranı hastalık gelişiminde belirleyicidir. En önemli damar sertliği nedeni, HDL’nin düşük LDL’nin yüksek olmasıdır. Pek çok parametre içinden en sık söz edileni LDL seviyesidir. Ancak kişinin total kolesterolü yüksek bunun yanında HDL’si de yüksekse, LDL için tedavi gerekmeyebilir. 

Yüksek kolesterol kontrol altına alınmalıdır 

Kolesterol seviyesinin artışı, damar sertliği ve beraberinde kalp damar hastalıklarının oluşmasına zemin hazırlar. Kolesterolün uygun seviyeye düşürülmesi, damar sertliğinin kontrol altına alınmasında önemli bir yarar sağlar. Damar sertliği yalnızca kalp damar hastalıklarında değil; beyin, bacak, böbrek ile vücuttaki bütün damarlarda hasar oluşumuna yani damar tıkanmasına yol açabilir. Yüksek kolesterol tedavisinde hasta laboratuvar testleri ile birlikte kardiyoloji uzmanı tarafından yakın takipte olmalıdır. LDL değerinin düzeyi, olması gereken kolesterol seviyesinde belirleyicidir. Tedavide ideal olarak hedeflenen LDL’nin bypass olan veya koroner anjiyoplasti geçirenlerde, diyabet hastalarında ve 65 yaşın üstünde olan kadınlarda 100’ün altına düşmesidir. Bypass veya koroner anjiyoplasti geçiren hastalarda son yıllarda 80 hatta 70’e kadar düşürülmesi tavsiye edilmektedir. 

Yaşam tarzı değişikliği yeterli değilse ilaç gerekebilir.

Diyet ve egzersiz gibi yaşam tarzı değişikliklerine rağmen kolesterol seviyesi belli bir düzeye çekilemeyen hastalarda, ilaçla tedavi gerekli olabilir. Ancak bu durum kolesterolü normal seviyede olan kişiler için geçerli değildir. Kolesterol ilaçlarının yerinde ve doğru kullanımı çok önemlidir. Kolesterol yüksekliği tedavisi mutlaka yaşam şartlarındaki değişiklikle birlikte olmalıdır. Bu olmadan uygulanacak ilaç tedavisi iyi bir çözüm değildir. Etkili olan her ilacın da aynı değerlerde istenmeyen etkileri olabilir. Kolesterol ilaçlarının da binde bir oranında olan bazı yan etkileri bilinmektedir. Ancak ilaçların kesilmesi ile bu sorunlar ortadan kalkar ve kalıcı hasara neden olmaz.

14 Haziran 2013

LÖSEMİDEN KURTULMAK MUCİZE DEĞİL


Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Kliniği ve Kemik İliği Nakli Direktörü Prof. Dr. Fevzi Altuntaş obezite ve diyabetin lösemi riskini arttırdığını , tedaviyi olumsuz etkilediğini ancak modern tedavilerle lösemisiz bir hayatın mümkün olduğunu belirtiyor.


''OBEZİTE (AŞIRI ŞİŞMANLIK) LÖSEMİ RİSKİNİ ARTIYOR''

Obezite, Dünya sağlık örgütü tarafından "sağlığı bozacak ölçüde vücutta aşırı yağ birikmesi olarak" tanımlanmıştır. Halk arasında ise şişmanlık veya aşırı kilo olarak bilinmektedir. Obezitenin insan sağlığı üzerine çeşitli olumsuz etkileri çok iyi bilinmektedir. Bu bağlamda toplum sağlığı açısından son derece önem arz etmektedir.
Tedavide ve bakımdaki iyileşmeye paralel olarak dünyada obezitede, kan, kemik iliği ve lenf bezi kanserlerinde artış görülmektedir. Yakın zamanlarda yayınlanan çalışmalar, aşırı vücut ağırlığının birçok kanser riskini artırdığını göstermektedir.
Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen Tip-2 diabet mellitus ile şişmanlığın birbiri ile çok yakın ilişkili olduğu bilinmektedir. Dünyanın çok saygın dergilerinden biri olan "Blood" geçen sayısında Prof. Dr. Jorge J. Castillo diyabetin lenfoma, lösemi ve myeloma gibi lenf bezi, kan ve kemik iliği kanserlerinin gelişme riskini artırdığını bildirmiştir.

''ŞİŞMANLIK KANSER TEDAVİSİNİ OLUMSUZ ETKİLİYOR''
Aşırı kilonun kemik iliği ve lenf bezi kanser tedavisine yanıtı ve sonuç üzerine de etkili olduğu bildirilmektedir. Bir başka deyişle tedavi başarısızlığı riski obezlerde daha yüksek bildirilmektedir. Bu hastalarda sağ kalım olasılığı da daha düşüktür.
Dünyanın çok saygın dergilerinden biri olan "Blood" geçen ay ki sayısında da Prof. Dr. Massimo Brecia tanı anında aşırı kilolu olan lösemi hastalarında hastalığın daha erken nüks ettiğini bildirmektedir. Aynı zamanda aşırılı kilolu hastaların kanser tedavisi uygulaması sırasında ciddi sıkıntılar yaşadığı bilinmektedir.
''KİLO VERME LÖSEMİ RİSKİNİ AZALTIYOR''
Rochester Üniversitesi’nden Dr. Marshall Lichtman çalışmasında "Başarılı ve süregen kilo kaybı gelecekte lösemi, lenfoma ve myeloma gelişim riskini azaltmaktadır". Bu nedenle kilo kontrolünün süreklilik arz etmesi çok önemli durmaktadır. Gerek obezite ve şeker hastalığının kanser riskini artırması gerek ise kanser tedavisini olumsuz etkilemeleri nedeniyle önleyici girişimler önem taşıyor. Kanser tedavisi sırasında diyet ve diyet alışkanlığına da dikkat etmek gerekiyor, doğru beslenme alışkanlıkları kazanmak ve bunu sürdürebilmek hastalıktan korunmak ve tedavinin başarısı açısından önemli.
''YAŞ ARTTIKÇA LÖSEMİ RİSKİ ARTIYOR ''
Akut Lösemi görülme sıklığının yıllık yüz binde 2 ila 5 civarı olduğu tahmin edilmektedir. Türkiye’de her yıl bin 500-2 bin yeni erişkin lösemi vak'ası ortaya çıkmaktadır. Akut Lösemi görülme oranı yaşla birlikte artmakta, 60 yaş civarında pik yapmaktadır. 60 yaş ve üzerinde lösemi görülme sıklığı yılda yüz binde 12 olarak bilinmektedir. Lösemi tüm kanserlerin yüzde 1’ini oluşturmaktadır. Lösemi 35 yaş altında kansere bağlı ölümlerin ise başta gelen nedenlerinden biridir.

''AKUT LÖSEMİ GÜRÜLTÜLÜ BİR TABLO İLE KENDİNİ GÖSTERİR''

Akut lösemilerde hastaların çoğunda altta yatan sebep saptanamaz. Ancak hastalığın görülme sıklığındaki artış ile ilişkili bazı risk faktörleri tespit edilmiştir. Bunlar arasında kanser ilaçları, radyasyon, ailevi sebepler, bağışıklı sistemi bozuklukları, bazı viruslar, hematolojik kanserler, genetik ve moleküler bozukluklar sayılabilir.

Kan kanserleri eklem ve kas ağrılarıyla, yüksek ateş ve ağız kanamalarıyla ortaya çıkarak haftalar içinde öldürücü olabilir. Akut lösemiler, gürültülü bir tablo ile başlar. Yaygın halsizlik – güçsüzlük ve kemik ağrıları görülür. Kansızlığa bağlı halsizlik, yorgunluk, nötropeniye bağlı ateş ve infeksiyonlar ve trombositopeniye bağlı kanamalar görülebilir. Kanamalar sıklıkla cilt bölgesinde görülür. Diş eti kanamaları, burun kanamaları, aşırı adet kanamaları, göz kanamaları, idrar yolu kanamaları, mide-barsak kanamaları, beyin kanamaları görülebilir. Beyin kanaması nadir fakat ölümcül olabilir. 

''LÖSEMİ BİR GÜN ORTADAN KALKACAK''
Gelecekte lösemiler akıllı tedaviler dediğimiz yöntemle kronik bir hastalık gibi tedavi edilecek. Şeker hastalığı gibi, Tansiyon yüksekliği gibi tedavi edilecek. Tıbdaki gelişmelerde bu yönde ilerlemektedir. Gelecek kök hücreler ve genetik üzerine olacaktır. Hastalıktan ziyade hasta bazlı tedaviler gündemde olacaktır. Bireyselleştirilmiş tedaviler gelecektir.

Lösemi; aynı tip hastalığa sahip hastalar arasında bile belirgin farklılıkların görüldüğü heterojen bir hastalıktır. Hastaya doğru tedaviyi, doğru dozda ve doğru zamanda vermek bir hedeftir. Bu bağlamda "bireyselleştirilmiş tedavi" dediğimiz daha güvenli, daha etkin ilaç ve tedavilerin hastanın genotipi ve bireysel gereksinimine göre verilmesi amaç olmalıdır. 

'LÖSEMİDEN KURTULMAK MUCİZE DEĞİL''
Lösemi tedavisi zor ve sıkıntılı süreç olsa da ancak sonu aydınlıktır. Günümüzde lösemi tedavi edilebilir ve tamamen yenilebilir bir hastalıktır. Her geçen gün tıptaki gelişmeler neticesinde başarı oranı da artmaktadır. Mucize değil de çok tipik olmayan seyirler görülebiliyor. Buda lösemiyi ilginç ve farklı yapan bir durum.

''LÖSEMİ DEMEK KEMİK İLİĞİ NAKLİ DEMEK DEĞİLDİR!''
Lösemide ilk aşama ilaç tedavisidir. Bunun çok iyi yapılması ve erken dönemde hastalığın kontrol edilmesi şarttır. Bu nedenle lösemi servislerine ve yataklarına ihtiyaç vardır. Erken aşamada yeterli lösemi servisi olmadan kemik iliği nakli yatağı olması çok rasyonel değil. Erken dönemde hastalığı kontrol alındıktan sonra eğer hasta hastalığın tekrarlaması veya kontrol altına alınması bakımından yüksek risk taşıyorsa elde edilen erken yanıtın idamesinin sağlanması gerekir. Bu durumda da seçeneklerden biri allojenik kök hücre naklidir.

Kan kanserinde en etkili tedavisi “kök hücre nakli”dir. Kök hücre umuttur kök hücre gelecektir. Ancak kök hücre naklinin, sorunların bittiği anlamına gelmediğini vurgulamak lazım. ''Nakil sonrası da nakil süreci kadar önemli. Nakil sonrasında yakın takip ve gerektiğinde acil müdahale de büyük önem taşıyor. Nakil yapılan hastaların uzun yıllar takip edilmesi gerekir. Aksi takdirde bu hastalar aylar, yıllar sonra bile ciddi problemlerle karşılaşabilir''.

''YENİ TEDAVİLERLE LÖSEMİSİZ HAYAT MÜMKÜN''
Çocukluk çağındaki akut lösemiler nispeten daha iyi seyrediyor. Erişkin lösemilerinde mevcut durum ise maalesef yüz güldürücü değil. Amerikan NCCN hematolojik kanserler kongresinde sunulan en son çalışmalarda erişkinlere çocukluklarda uygulanan tedavi protokollerinin akut lösemilerde başarıyı artırdığını ölüm oranlarını azalttığı bildirildi. Bu nedenle 40 yaş altı olgularda bu yeni tedavi stratejileri uygulanmaya başlanmıştır. Bizim merkezimizde de Amerika’da uygulanan bu yeni tedavi stratejiler uygulanmaya başlandı ve mükemmel sonuçlar almaya başladık. Artık lösemisiz hayat nispeten daha fazladır. Artık lösemiyi yenip evlenen, çocuk sahibi olan, üniversite sınavı kazanıp okuyan, okulunu bitirip iş kuran, yurtdışına okumaya giden hastalarımız var. Kısaca "lösemisiz hayat" mümkündür.

''AFEREZ LÖSEMİ TEDAVİSİNDE ERKEN ÖLÜMLERİ AZALTIYOR''
Son yıllarda geliştirilen yeni ilaçlar, destek tedavileri ve aferez teknolojilerindeki gelişmeler sonucunda akut lösemilerde ölüm oranları önemli ölçüde azaldı. Aferez uygulamaları ile erken dönemde lösemi hücreleri vücuttan uzaklaştırılarak lösemi yükü azaltılmakta ve böylece hastanın erken dönemde ölüm riski azaltılmaktadır. Ayrıca lösemi hastasının kemoterapi uygulaması sırasında çok sayıda kan ürününe ihtiyacı olmaktadır. Yeterli kan ürünü sağlanamaz ise hasta o dönemde kaybedilmektedir. İşte aferez teknolojisi ile istenilen kan ürünü daha fazla miktarda ve çeşitte az sayıda vericiden güvenle elde edilebilmektedir. Bu şekilde lösemi hastasına mükemmel düzeyde destek tedavisi sağlanmış olmaktadır.

''LÖSEMİ TEDAVİSİNDE GELECEKTEN ÇOK ÜMİTLİYİZ''
Lösemi tedavisinde amaç ya yaşam süresini uzatmak ya da yaşam kalitesini artırmaktır. Ancak hastalığın kökenini tespit edip ona yönelik uygulamalar yapmak asıl olandır. Bugün düşündüğümüz nokta her bir kanser türünün ayrı kanser kök hücresi olduğu şeklindedir. Bunları tespit edip kontrol etmek asıl hedef olmalıdır. Ancak bu biraz zaman alacağa benziyor.

''LÖSEMİLERDE PSİKOLOJİK DESTEK GEREKLİ''
Psikolojik destek lösemi tedavisi kadar önem taşıyor. Psikolojik destek alan hastalar daha umutlu yaşamaktadır. Lösemi tanısı sırasında ölüm duygusunu yaşayan bir insan bu şekilde dünyaya ve tedaviye daha sıkı bağlanıyor. Dünyayla psikolojik bağlarını güçlendirip o zamana kadarki çatışmalarını aşıp ilgilerini canlı tutabiliyorlar. Bu şekilde Dünyadan kopmamaları sağlanıyor. Bu süreçlerin hepsi immün sistemi güçlendirmekte, tedaviye uyumu artırmakta ve tedavinin başarısını artırmakta ve sonuçta lösemiyi yenmede önemli olmaktadır. Bizde kendi kliniğimizde 4 yıldır -ihtiyacın dışında- düzenli bir şekilde bu konuda hastaları eğitiyoruz. Bu eğitimlerin çok faydalı olduğunu söyleyebiliriz.

''LÖSEMİDE İNANÇ VE MOTİVASYON ÖNEMLİ''
Lösemi tedavisi hasta, aile, hekim üçgeninde çok iyi takım çalışmasını gerektiriyor. Eğitim, farkındalık, psikolojik destek, güven, diyet, infeksiyon kontrolü, kan desteği ve birçok konuda ortak çalışma ve destek gerektiriyor. Bir nevi Tedbirli ve kontrollü bir şekilde mayınlı tarlada yürümeye benzetiyorum. Çünkü lösemiler literatür takip etmiyor, kitap okumuyor. Bu nedenle çok farklı seyir ve davranış gösterebiliyorlar. Bizleri ve çalışmalarımızın sonuçlarını farklı kılan da bu.

''HEMATOLOG OLMAK YAŞAM TARZIMIZ''
İnsan hayatı ile uğraşmak işimizin zor yanı ancak bir o kadarda zevkli. Özellikle kan ve kemik iliği kanserleri ve kemik iliği nakli ile uğraşıyorsanız yaptığınız tedavi ve uyguladığınız yöntemler hastanın yaşamı ve/veya yaşam süresi üzerinde doğrudan etkili olabiliyor. İşte bu bize çok ağır bir vicdani sorumluluk yüklemektedir. Bu bağlamda Hematolog olmak belli bir süre sonra bir yaşam tarzı haline geliyor.

TÜRKİYE'DE DURUM
Ülkemizde her yıl bin 500 2 bin yeni lösemi vakası görülmektedir. Ancak akut lösemi hastalarına bakacak yeni klinik ve yataklara ihtiyaç var. Bu nedenle kemik iliği nakillerinde olduğu gibi akut lösemiler içinde teşvik edici programlar oluşturulmasına gereksinim duyulmaktadır.

LÖSEMİ TEDAVİSİNE SAĞLIK BAKANLIĞI’NDAN TAM DESTEK
Aferez tedavisi kemoterapiye yardımcı bir tedavi ancak lösemi hücreleri fazla olan hastalarda erken dönemde uygulanırsa aferez hayat kurtarıcı öneme sahip oluyor. Akut lösemi hastalarına erken dönemde aferez uygulaması ilk bir ay içinde lösemiye bağlı ölüm oranını azaltmaktadır. Bu nedenle bu çalışmaların desteklenmesi gerekmektedir. Sağlık Bakanlığı işin önemine binaen dünyadaki gelişmelere paralel olarak Terapötik Aferez Sertifika Programı oluşturmuş ve bu merkezlerde şimdiye kadar 300'ün üzerinde sağlık personeli eğitim almıştır. Sertifika sahibi olan bu kişilerin lösemi hastalarının tedavilerine ciddi anlamda katkı sağlayacağını bekliyoruz.

02 Mayıs 2013

''Pembe Lotus DBR & Meme Kanseri Dragon Boat Takımı'' çalışmalarına başladı.





“Yarışı hangi sırada bitirecekleri hiç önemli değil, onlar zaten şampiyon..”    Dr. McKenzie  


"Pembeye ve Hayata" programı olarak başlattılan meme ca sonrası kurallı ve gözetimli egzersiz projesi kapsamında; ACSM (American College of Sports Medicine) tarafından da onaylı bir spor aktivitesi olan Dragon Boat takımı çalışmalarına başladı.


Tüm ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de kanserle savaşta,  kurumlar ve bireysel gönüllüler oldukça önemli sosyal sorumluluk projeleri ile mücadelede yer alıyor.  " American College of Sports Medicine - Kanser Sonrası ‘Survivors’ için Egzersiz Kuralları" programının Türkiye' de  uygulatma ve tercüme haklarına sahip yetkilisi Cengiz Unutmaz "Pembeye ve Hayata-Meme Kanseri Egzersiz Programı'' ve ''Dragon Boat Takımı'' hakkında bilgi verdi.



   
''Kısaca  IBCPC  diye bilinen Kanada Vancouver merkezli bir kar amacı gözetmeyen  örgüt olan International Breast Cancer Paddlers’ Commisison’ ın Türkiye organizasyon gönüllüsüyüm. IBCPC' nin dünya çapında sadece meme kanserini bir yada birkaç kez yenebilmiş hanımlardan kurulu 150 civarında DBR “Dragon Boat Kürek” takımı bulunmakta ve ben de Türkiye' de böyle bir organizasyonu kurmak için gönüllü oldum. Amacımız tahminimden daha hızlı bir şekilde gerçekten konuya duyarlı yaklaşan sponsorlarla, hiçbir kar amacı gözetmeksizin  mümkün olduğu kadar çok kanser hastası hanıma tedavi sonrası için öncelikle 12 haftalık bir temel egzersiz programı ve sonrasında üst-vücut aktivitelerini koruyabilecekleri sosyal açıdan da destekleyici bir bir sportif etkinlik ile yardımcı olmak.

“Pembeye ve Hayata” projesi Kanser Galipleri Egzersiz Kuralları’ nın “American College of Sports Medicine” (ACSM), ACSM kuralları telif hakları sahibi ve yayımcı “Human Kinetics” ve ACSM kuralları editörü Yale University School of Medicine ‘ dan Prof. Melinda Irwin’ in özel izinleri ile Türkiye’ de tanıtılarak öncelikle meme kanseri olmak üzere tüm kanser hastalıkları sonrası egzersiz eğitiminin ücretsiz olarak yaygınlaştırılması ve A seviyesi kanıtlara sahip araştırmalar ile kurallara bağlanmış bu medikal tedaviyi tamamlayıcı sistemin kanserin tekrar etme, hayat riskleri ve fizyolojik - psikolojik yıkımları üzerindeki “Double-Fold” olarak adlandırılan ikiye katlanmış olumlu etkilerinin farkındalığına varılmasını ilke edinmiştir.

Meme kanseri egzersiz programı sonrası psikososyal ilerleme ile birlikte üst-vücut aktivitelerinin lenfödem riski oluşturmadan devamını sağlayan DBR “Dragon Boat Yarış” takımı oluşumu planlarında ise University of British Columbia, Department of Sports Medicine dan fizyolog Dr. Don McKenzie önderliğinde ilk meme kanseri galipleri DBR takımının oluşması ve global yayılımını sağlamış olan IBCPC (International Breast Cancer Paddlers’ Commission) organizasyonu ve başkanı Sn. Jane Frost’ un tecrübe ve paylaşımlarından örnek alınan bir program oluşturulmuştur.

Temsilcisi olduğumuz uluslararası meme ca survivors' dragon boat organizasyonu olan IBCPC (International Breast Cancer Paddlers' Commission) önerileri ve HSB Group sponsorluğu / eğitimi altında takımımız "PEMBE LOTUS DBR" adı ile 25-26 Mayıs 2013 tarihlerinde Haliç' te gerçekleşecek “Dragon Festivali 2013” organizasyonunda ilk kez yarışacaktır.
Bu yarış Türkiye Kano Federasyonu ve IDBF (International Dragon Boat Federation) e bağlı uluslararası bir yarıştır ve takımımız 12+1+1 "12 kürekçi, 1 davulcu, 1 kaptan (karadan destek)" formunda yarışlara katılacak ve gerekirse bir üst boy kanoya geçebilmek için 4 yedek kürekçimiz bulunacaktır.
Takım antremanları HSB GROUP trainerları tarafından yaptırılacak olup hem kara hem su üzerini kapsayacaktır. İlk antremanımız 1 saat süreli (Isınma bölümü ile 1 saat 20 dakika) 27.04.2013 Cumartesi günü FORZA ROWING CLUB gerçekleşti.Amacımız takım sayısının arttırılması ve yurtdışı organizasyonlara katılarak dünya üzerinde bulunan 150 den fazla sadece survivor hanımlardan oluşan dragon boat takım yarışlarında Türk hanımlarının da yer almasını sağlamaktır.Antrenmanlarda ve yarış günü destekleri bekliyoruz.''

www.pembeyevehayata.com bilgi linklerinde meme kanseri sonrası dragon boat yarışlarının tarihçesi, yarış antremanlarının hayat kalitesine fiziksel / psikososyal açıdan katkısı ve akademik tüm araştırmalar ile ilgili bilgileri görebilir; sorularınız, istekleriniz ve düşünceleriniz için yazabilirsiniz. 

Dragon Boat Yarışı Hakkında 



1996 senesinde, İngiliz Kolombiyası Üniversitesi, Allan McGavin Tıp Merkezi’ nde bir sportif tıp doktoru ve egzersiz fizyolojisti olan Dr. Don McKenzie, lenf nodu ameliyatı ve radyasyon tedavisi sonrası omuz ve kol bölgesinde kalıcı ve güçsüz bırakıcı şişme olarak bilnen kronik lenfödem oluşabileceği korkusu ile meme kanseri tedavisi geçiren kadınların üst vücut egzesizlerinden uzak durması mitine karşı çıkmıştı. 


1995 sonbaharında Dr. McKenzie iki gurup kadın üzerinde fiziksel aktivite süresince dolaşım ve solunum sistemlerinin iskelet/kas sistemine oksijen taşıma kapasitesi hakkında çalışmaktaydı. Birinci gurup kadınlar meme kanseri tedavisi görenlerden, ikinci gurup ise hiç kanser ile tanışmamış olan kadınlardan oluşmuştu. Birinci gurup kadınlar tedavi sonrası yapmamaları gerekenler hakkında birçok anekdotal hikayeler işitmişti ve bunların pek çoğu da üst vücut egzesizlerinin lenfödem oluşumuna davetiye çıkaracağı ile ilgiliydi. Bu konuda basılı hiçbir araştırma bulunmamasına rağmen ! 

İlk dragon boat takımının (Abreast in a boat) kurulması fikrinin ardında yatan motivasyon, bu kanser galibi bireylerin hayatındaki kısıtlamayı kaldırmak, onlara aktif bir hayat sağlamak ve aynı zamanda da bu eski bilimsel inanışı çürütmekti. Dragon Boat seçiminin ardında yatan nedenler onun aerobik kapasiteyi, güçlenmeyi ve esnekliği arttıran, tekrarlı ve gayret gerektirici üst vücut aktivitesi olmasından kaynaklanmıştı. Büyük bir gurup ile aynı anda çalışabilme dışında bu proje tüm meme kanseri hastalarına estetik, eğlence, birliktelik ve armoni hissi veren poziitif bir mesaj olmuştu. 

1996 senesinde ilk takım kuruldu. Takıma katılmak için tek kriter meme kanseri geçmişi olarak belirlendi. Yaş, atletik kabiliyet, kürek deneyimi gibi unsurlar dikkate alınmadı. Kürekçiler Vancouver’ ın her yanından ve her hayat tarzından geldiler. Eğitim, hem ağırlık hemde aerobik egzersiz programı içeren aşamalı ve yavaş bir şekilde programlandı. İlk yıl için hedef sadece Vancouver Dragon Boat Festivalini bitirmekti ve Dr. McKenzie yarıştan önce duygularını şu şekilde açıklıyordu; “Yarışı hangi sırada bitirecekleri hiç önemli değ il, onlar zaten şampiyon..”

Dr. Don McKenzie, dünya çapında yüzlerce meme kanseri galibinin yararına olan bu programı başlattığı ve geliştirdiği için Ekim 2001 de Ottawa Valiliği “Övgüye Değer Hizmet Madalyası” almaya hak kazanmıştır. 1996 da 25 kişi ile başlayan bu hareket şu anda Birleşik Amerika, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Singapur, Malezya, Çin, İngiltere, İtalya ve Polonya’yı kapsayan dünya çapında bir harekete dönüşmüştür. 


kaynak:popüler sağlık 
  

SOSYAL SORUMLULUK- ETKİNLİK




''KANSERLE DANS''

Destek ve bağış etkinliği  17 Mayıs 2013'de İstanbul'da 


'Ya sen, Ya ben, Ya da Sevdiğimiz
“Kanserle Dans”
Ettik, Ediyoruz, Edeceğiz…'

2012 yılında kurulan “Kanserle Dans” blog sitesi bugün 8 bini aşan Facebook takipçisi, 110 binden fazla site okuyucusu ile kanserle ilgili hayati bilgileri okuyucuları ile paylaşıyor.

Amerika’da yaşayan iki Türk okul arkadaşı Esra Ürkmez Bayraklı ve Ebru Tontaş’ın günümüzün en önemli sağlık sorunlarından birisi olan kanserle mücadelede de yolları kesişti. Esra Ürkmez Bayraklı; 2011 Eylül'ünde babasına konulan pankreas kanseri teşhisi ile Ebru Tontaş ise annesine konulan meme kanseri ve babasına konulan prostat kanseri teşhisi ile hastalığın ciddiyetini birebir yaşamış iki isim. 

En yakınlarına kanserle mücadelelerinde hep destek olmaya çalışan Esra Ürkmez Bayraklı ve Ebru Tontaş, hastalıkla ilgili araştırmaları, çıkan yeni tedavi bilgilerini, klinik araştırmaları paylaşmak ve kanserle ilgili bilinirliği artırmak için 2012 yılının Mayıs ayında, “kanserle-dans.blogspot.com” isimli bir blog/internet sitesi kurdular. Kurdukları blog/internet sitesinde kanserle mücadeleyi adeta bir dansa benzeterek, sürekli doğru adımlarla yürütülmesi gereken bir süreç olduğunun altını çizen ikili, kısa sürede kendilerine yüz binlerce okuyucu ve takipçi kazandılar. 8 bini aşan Facebook takipçisi ve 110 binden fazla okuyucusuyla blog/internet sitesi, yabancı kaynaklı akademik çevirilerden oluşuyor ve yalın bir dille, sağlıklı beslenmeden, spor yapmanın öneminden, tedavi sürecine, doktorlar tarafından kullanılan terimlerin ne anlama geldiğine kadar birçok bilgiyi takipçilerine aktarıyor. 



Esra Ürkmez Bayraklı ve Ebru Tontaş  “Kanserle Dans’ın var oluş sebeplerini kısaca şu sözlerle özetliyorlar; 

“Sloganimiz en buyuk cikis sebebimiz zaten; ‘Ya Sen, Ya Ben, Ya da Sevdigimiz Kanserle Dans Ettik, Ediyoruz, Edecegiz…’

Şu anda gerçekleşmiş iki projemiz var; bağış amaçlı satışını yapacağımız Kanserle Dans T-shirt’leri, ve Türkiye’de bir ilk; Meme kanserini anlatan çocuk kitabımız, Breast Cancer UK’ den Çoğaltma iznini aldığımız kitap, ücretsiz olarak bastırılıp kanser hastalarına yine ücretsiz olarak dağıtılacaktır.

Amerika’daki dernek anlayışı ile, Türkiye’de gönüllülerimiz sayesinde bağışlarının tamamının yardım için kullanılacağı bir dernek olmayı hedefliyoruz. 

Bizim için insan önemli... Nereden geldiği, nereye gittiği değil… Psikolojik yardıma, bilgiye ihtiyacı olan, kendini anlayan birilerine ulaşmaya çalışan,  Kanserle Dans eden veya bu dans pistinde bulunan herkese açığız. 

Blog ve Facebook sayfasının gelişmesine yardım eden gönüllüler listesi hem Akademik, hem de ya kendisi ya da bir yakını Kanserle Dans etmiş hastalardan oluşuyor. Bize destek veren herkese ve her kuruma sonsuz teşekkürlerimizle…”
http://kanserle-dans.blogspot.com/p/gonullulerimiz.html

Global Adımlarla Yoluna Devam Ediyor

2013 Ocak tarihi itibariyle resmi olarak New York'da dernekleşen “Kanserle Dans” kısa sürede başarılı etkinliklere imza attı. Şubat ayında dört büyük spor kulübü olan Galatasaray USA, Fenerbahçe USA, 

Beşiktaş USA ve Trabzonspor USA’nın katılımıyla Izmir USA'nin ev sahipligi ile Kanserle Dans, ilk bağış yemeğini New York'da gerçekleştirdi. Bağış yapanların arasında Türk Kulüplerinin Amerika ayaklarından, Amerikalı şirketlerine, Hindistanlı kurum ve kuruluşlarına kadar geniş bir kitle mevcut. 

Türkiye’de yapılacak ilk destek ve bağış etkinliği  17 Mayıs 2013'de İstanbul'da 

Derneğin Türkiye’de yapılacak ilk destek ve bağış etkinliği ise 17 Mayıs 2013'de Etiler Şamdan'ın ev sahipliğinde gerçekleşecek. Tanıtım ve Destek Kokteylinde, katılımcılar arasında kendisi veya sevdiği kanserle dans etmiş ünlü isimler, onkologlar, cerrahlar ve ilaç firmaları ve hastanelerin yöneticileri, Kanserle Dans Ailesinin üyeleri de yer alacak. Düzenlenecek kokteylde toplanan yardımlarla, “Kanserle Dans” edenlere psikolojik yardım, tedavi sonrasi iş imkanı alt yapısı projesi desteklenecek. Etkinlikte Ayşe Nihan Kuzucu ve İrfan Yüksel çifti Arjantin tangosu gösterisi ile Kanserle Dans edecekler.  

17 Nisan 2013

Batık tırnak mutlaka profesyonel ellerde tedavi edilmeli!




Özellikle kadınların, batık tırnaklarını kuaförlerde manikürcüye tedavi ettirmeye çalışmaları bir klasiktir. Bu işlemlerin sonucunda geçici bir rahatlama yaşasalar da aynı sorun bir süre sonra yine karşılarına çıkar. Hatta bazı durumlarda batık o denli vahim hale gelir ki, artık ameliyat dışında tedavisi mümkün değildir. Oysa profesyonel Ayak Sağlığı Merkezlerinde yapılan müdahalelerle batık tırnaktan kolayca kurtulmak mümkün. Kadıköy Şifa Ayak Sağlığı Merkezi uzmanlarından Banu Eren batık tırnak ve profesyonel tedavisi hakkında bilgi veriyor.

Batık tırnak nedir?
Batık tırnak acı verici, yürümeyi zorlaştıran hatta ileri durumlarda engelleyen, görüntü olarak hoş olmayan ve genellikle uzun süre devam eden bir tırnak hastalığıdır. Tırnak ve ayak derisi arasındaki derinin kızarmasına ve iltihaplanmasına yol açar. Buna rağmen batık tırnak sorunu yaşayan çoğu kişi, yanlış bilgilendirme ve yönlendirme ile işin uzmanı haricinde yapılan acı verici ve kalıcı olmayan tedaviler nedeniyle batık tırnak tedavisine yanaşmamaktadır. Ayak sağlığı ve bakım merkezleri sayesinde bu sorun kalıcı ve ağrısız bir şekilde tedavi edilebilmektedir.

Batık tırnak mutlaka profesyonel ellerde tedavi edilmeli!

Batık tırnak tedavisi nasıl uygulanır?

Ayak Sağlığı ve bakım merkezleri doktor ve ayak bakım uzmanı eşliğinde ayak banyoları, kremler, antibiyotik kullanımı ve tırnakların kısaltılması şeklinde uygulanmaktadır.

Bu tedavilerin işe yaramaması ve batık tırnağın uzun süre ile tedavi edilmediği veya yanlış tedavilerin uygulandığı vakalarda tırnak ameliyatı yapılmaktadır. Genelde tırnağın tümüyle alınmasına gerek yoktur. Çünkü tırnağın sağlıklı kısmının alınmaması gerektiğinin önemi tüm bu tedavilerin uzun yıllar süresince uygulanması neticesinde öğrenilmiştir.

Batık tırnak tedavisinde genelde uygulamanın yapılacağı tırnak uyuşturulur ve dolayısıyla hiçbir acı hissetmezsiniz. Daha sonra tırnak yatağı ile tırnak arasındaki bölge açılır ve deri içerisinde kendine yer yapmış olan batık tırnak çıkartılır. Fakat bu tedavi şeklinde kalıcı bir rahatlatma söz konusu değildir çünkü tırnak tekrar batık bir şekilde uzamaya devam edecektir. Tedavi ya da bakım sonucunda hasta hiç bir acı hissetmez. Aynı zamanda bir süre tırnak kesimlerine müdahale etmeyip bir uzman tarafından kanalları düzeltilen tırnak kesilmelidir.

03 Mart 2013

Akciğer Kanserinde Kişiye Özel İlaç devri başlıyor




Ülkemizde kansere bağlı ölümlerde akciğer kanseri ilk sırada yer alıyor. Ancak kanser hücrelerinin genetik şifresini çözmeyi hedef alan araştırmalar sayesinde artık her hastaya aynı tedavi yerine hastalığa değil, hastaya özel tedavi çağına girildi. Kanser hücresinin genetik yapısını temel alan iki yeni tedavi yöntemine yakın gelecekte yenilerinin eklenmesi ve sağkalım oranlarında ciddi artışlar bekleniyor.




Eski ve az etkili yöntemlerin, yerini çok daha etkili tedavilere bıraktığını söyleyen Türk Akciğer Kanseri Derneği (TAKD) Başkanı Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, moleküler onkoloji ve genetik bilimindeki yeni gelişmelerin, kanserin karmaşık yapısını anlamayı sağladığını belirtiyor. Mandel, akciğer kanseri hastalarının farklı genetik özelliklere sahip olduğunu ve tedavilerin artık bu özellikleri hedef aldığını söylüyor. Üstelik hedefe yönelik bu ilaçlar etkilerini sadece hastalıklı hedef hücreler üzerinde gösteriyor.

''Farklı kanser türlerine göre farklı tedavi''



Akciğer kanserlerinin küçük hücreli ve küçük hücreli dışı olmak üzere iki temel gruba ayrıldığını söyleyen Amerikan Hastanesi Medikal Onkoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, küçük hücreli dışı kanserlerin yüzde 80-85 rastlanma oranıyla daha sık görülen grubu oluşturduğunu söylüyor.



Prof. Dr. Nil Molinas Mandel farklı kanser gruplarının hastalığın büyüme hızı, biyolojisi ve başka organlara yayılması açısından farklı bir seyir izlediğinin altını çizerek, geçmişten bugüne tedavi yaklaşımlarındaki gelişimi şöyle ifade ediyor: “Bu kanser türlerine göre tedavi seçimi de farklı olmaktadır. Küçük hücreli dışı akciğer kanserlerinin de farklı alt grupları vardır. Geçmişte uzun süre tüm hastalara aynı tedaviler uygulandı. Ancak son yıllarda, tümör biyolojilerinin farklı olduğu anlaşıldı ve bu alt gruplara göre tedavi yaklaşımlarımız değişti. Buradan yavaş yavaş tedaviler kişiye özel olarak değişime uğradı”.gösteriyor.


Akciğer kanserinde genetik değişiklikler ve sigaranın etkisi

Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, “Günümüzde artık tedaviyi kanserin genetik özellikleri yönlendirmeye başladı. Bu genetik değişiklikler ve tedaviyi belirleyecek mutasyonların varlığını araştırmak için patologlarla birlikte çalışmanın önemi arttı. Eskiden tümörün küçük hücreli ya da küçük hücreli dışı olarak belirlenmesi yeterli olmaktayken, artık bu grupları da alt gruplara ayırıyor, genetik değişikliklerin incelenmesini istiyoruz. Hastalarımıza, kemoterapi yanında farklı seçenekleri de sunmak için gerekli genetik testlerin yapılmasını önerebiliyoruz. Ancak, bu testlere göre hastalarımızın uygun bir tedaviye yönlendirilmeleri söz konusu olmaktadır” diyerek hastalığın önlenmesi için alınabilecek önlemlere dikkat çekiyor: “Bu gelişmelerle eskiden ümit veremediğimiz hastalarımıza daha olumlu bir bakış açısı sağlayabilir duruma geldik. Ama her şeyden önce hastalığın önlenmesi ve erken teşhis olanaklarının artırılması gerekir. Unutulmaması gerekir ki akciğer kanserleri yüzde 85-90 oranında sigarayla bağlantılıdır. Sigaraya başlamamak ve sigarayı bırakmak akciğer kanserini önleyebilir. Yani akciğer kanseri önlenebilir bir hastalıktır.”

 

''Genetik testler ile uygun hastalarda doğru tedaviye cevap oranı yüzde 60’a kadar çıkıyor''


Moleküler onkolojideki yenilikler ve gen mutasyonlarının ortaya konmasının bireyselleştirilmiş tedavilerin uygulanmasını mümkün kıldığını söyleyen Prof. Dr. Nil Molinas Mandel “Böylece kemoterapiden yarar görmese de hedefli tedavilerle yaşantısını sürdürebilecek alt gruplar ortaya çıktı. Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde bir süredir EGFR adı verilen gen mutasyonunu hedefleyen tedavilere önemli ölçüde yanıtlar alınıyordu. Son yıllarda yaşanan bir diğer önemli gelişme ALK gen mutasyonlarının varlığının ortaya konması oldu. Doğru tedavi uygun hastalarda kullanıldığında cevap oranı yüzde 60’lara kadar çıkıyor. Bu umut verici ilaçlara her gün bir yenisi eklenmektedir. Ancak, her yeni ilacın tüm hastalara uygun olamayabileceğini de akılda tutmak şarttır. Bunun ayırımı için klinisyen, hasta ve patolog arasında çok yakın bir işbirliği gerekmektedir. Bu bilgilerin ışığı altında, akciğer kanseri hastalarının kişiye özel yaklaşımlar ve tedaviler ile daha uzun yaşam şansı ve farklı tedavi seçeneklerinden faydalanabilme olanağı bulunduğunu söyleyebiliriz” şeklinde konuşuyor.

İleri evre kanserlerde tümörü hedef alan tedavi



Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Büge Öz ise kanseri erken evrede yakalamanın çok önemli olduğunu vurgulamanın yanı sıra bugün artık ileri evrelerde bile yapılabilecek bazı şeyler olduğunu, ileri evrede kanserlerde tümör vücutta yayılmış olabileceği için cerrahinin yerine sadece tümörü oluşturan istenmeyen hücreleri hedef alan bazı özel tedaviler olduğunu ifade ediyor.

Prof. Dr. Büge Öz “Bu hücrelerin mutasyon dediğimiz, diğer hücrelerde olmayan bazı genetik özellikler kazandığını bugün biliyoruz. Bu gen değişiklikleri hücreye kontrol dışı üreme, hücrenin ölümsüzleşmesi (kendini hücre ölümünden kurtarabilmesi) ve ayrıca vücutta yayılabilme gibi özellikler kazandırıyor. Artık bu genetik özelliklere yönelik tedaviler geliştirilmeye başlandı. Bunlar içerisinde bazılarının durdurulması, çok özel moleküler ajanlar ile mümkün olabiliyor. Bu moleküler ajanların kullanılarak, tümörün, hücrenin ölümsüzlüğünün, sürekli olarak çoğalmasının ve vücut içerisinde uzak yerlere gitmesinin önlenmesi hedefleniyor,” diyerek yeni nesil tedavilerin amaçlarını özetliyor. 
Hasta mutlaka onkolog ve patolog ile doğrudan iletişim içinde olmalı

Bu gen değişikliklerine karşı iki ilaç grubunun çok kısa sürede çok iyi sonuçlar verdiğini ifade eden Prof. Dr. Büge Öz bu ilaçların hastaların sağ kalım olarak ifade edilen hastalıksız yaşam sürelerinde de çok ciddi faydalar sağlamaya başladığına dikkat çekiyor. Ancak bu tedaviden yararlanabilmeleri için hastalarda öncelikle bu gen değişikliklerinin testlerle gösterilebilmesi gerekiyor. Bunlar tedavi kararını etkileyen önemli testler olduğundan doğru yapılıp doğru yorumlanmaları gerekiyor. “Üniversite hastaneleri, bazı devlet hastaneleri ve özel laboratuarlarda bu testlerin güvenilir yapılabilmesi konusunda çok yakın gelecekte çok daha iyi bir yere geleceğiz” diyen Patalog Prof. Dr. Büge Öz bu tedavilerden yararlanabilecek hastaların birtakım genetik testlerle belirlendiğini söyleyerek, tedaviden yararlanmak isteyen hastalara şunları tavsiye ediyor:

Küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanısı almış hasta mutlaka onkoloğuyla iletişimde olmalıdır.

Bu testler için onkolog gerek görüyorsa hastasını uygun patoloji laboratuvarlarına refere edecek, hastayla ve patologla birlikte çalışarak sonuçları yorumlayacaktır. Bu testler şimdilik iki taneyle başladı ama gelecekte devamının ve daha fazlasının geleceğine yürekten inanıyorum. Böylece yakın gelecekte kanser ölümcül olmaktan çıkabilir ve hastaların, genetik özelliklerine göre kendilerine en uygun kişiye özel tedaviye ulaşması sayesinde sağkalım oranlarında ciddi artışlar görülebilir.”

SEDEF HASTALIĞINDA EŞ ZAMANLI UYGULANAN PSİKOLOJİK TEDAVİLER SONUÇLARI POZİTİF ETKİLİYOR

Dermatolojik hastalıkların çoğu, başkaları tarafından görülebilir olmaları nedeniyle hastanın yaşam kalitesini hem kişisel, hem de topl...