14 Temmuz 2011

Yaz ishallerinden korunmak için nelere dikkat edilmeli?


Yaz aylarında mikroplar daha hızlı çoğalıyor ve birçok tehlikeli hastalığa yol açıyor. Bu hastalık risklerini en aza indirmek için doğru beslenmek, genel temizlik kurallarına uymak ve sineklerden korunmak gerekiyor. Yazın gerek çocuklarda gerekse yetişkinlerde en sık görülen sorunların başında ishal geliyor. Yaz ishallerinden ve diğer hastalıklardan korunmak için  Anadolu Sağlık Merkezi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Elif Hakko, nelere dikkat edilmesi gerektiğini anlatıyor.

İshal, kusma ve bazen de yüksek ateş ile ortaya çıkan, ağız yoluyla bulaşan bazı mikroplar, gastroenterit denilen hastalıklara neden oluyor. Bu mikroplar yaz sıcaklarında hızla ürüyor, mikrop sayısı arttıkça hastalık yapma riski de yükseliyor. Deniz ve havuz suyunu yutmak, mikrop taşıyan sinekler yaz aylarında hastalıklara yol açıyor. Anadolu Sağlık Merkezi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Elif Hakko, tifo, dizanteri, kolera, ile bazı Salmonella ve E.Coli türleri gibi hastalıklara yol açan mikroplardan korunmak için alınabilecek önlemleri aktarıyor.

Dr. Hakko, “Kabuğu soyulabilen gıdaların kabuklarını soyarak, soyulmayanlarda ise iyice yıkayarak yemek; çiğ veya az pişmiş et yememek, çiğ süt içmemek; genel temizlik kurallarına uymak, yemeklerden önce ve sonra, tuvaletten sonra el yıkamak; sineklerden korunmak yaz aylarında dikkat edilmesi gereken noktaların başında geliyor” diye bilgi veriyor.

Risk faktörü bulunan gıdaları

 “Fıstık, ceviz gibi yağlı gıdalar ile küf toksinleri üreyebilen mısır ve pirinç dikkatli tüketilmeli. Pastörize edilmemiş süt içilmemeli, bu sütten peynir yapılmamalı. Patates, 20 – 30 zehirli türü olan mantar, midye, istiridye ve kabuklu deniz hayvanlarından geçen bakteri toksinlerinin sebep olduğu hastalıklarla sıklıkla karşılaşıyoruz. Elde hazırlanan ve iç sıcaklıkları zararlı mikropların ölmesini sağlayacak kadar yükselmeyen ızgara köfteden, havasız ortamda mikropların toksin üretme riski olması nedeniyle bütün olarak çevrilmiş tavuktan, vakumlu paketi açılıp kısa sürede tüketilmeyen sosis ve salamdan uzak durulmalı. Sütlaç, kazandibi, muhallebi, dondurma gibi sütlü tatlılar da hazırlandıktan sonra soğutucuda tutulmazsa tehlikeli olabilecek gıdalar. Çiğ yumurtadan yapılan mayonez; marul, salata, maydanoz gibi sebzeler de iyi yıkanmadığında riskli olabiliyor.''

Dr. Hakko, en güvenilir yiyeceğin yoğurt olduğunu vurguluyor ve diğer güvenli yemekleri sıralıyor: “Izgara ete kıyasla tencerede pişen et yemekleri, sebze yemekleri, sarma ve dolma gibi zeytinyağlı yemekler yaz aylarında daha güvenilirdir.”

İshal ve kusma görülüyorsa neler yapılmalı?

Dr. Elif Hakko, “İshal ve kusma, sıvı ve elektrolit kaybına sebep olur. Ev koşullarında kusma ve mide bulantısı nedeniyle kaybedilen sıvı ve elektrolitler ağızdan yerine konamıyorsa veya ateş yükselmişse, hemen bir sağlık kuruluşuna başvurulması gerekiyor. Hastada kaybedilen sıvı ve elektrolitleri dengelemek için serumla takviye yapıyoruz. Eğer etken bir bakteri söz konusuysa antibiyotik tedavisi yapılıyor”diyerek tedavi hakkında da bilgi veriyor.

Kaynak:http://www.populersaglik.com

EHEC Bakterisinden Nasıl Korunabiliriz?

Turizm sezonu ile birlikte ülkemize daha çok sayıda turist geliyor ve ülkemizden daha çok sayıda insan yurt dışına gidiyor.Akıllara şu soru geliyor: Kısa süre önce Almanya’da ortaya çıkan ve bir anda Avrupa’nın gündeminde olan EHEC bakterisinin yayılma ihtimalini güçlendiriyor mu?

Acıbadem Kayseri Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof Dr. Bülent Sümerkan, EHEC bakterisinin ne olduğunu, nasıl ve nereden bulaştığını, vücutta yaptığı tahribatı anlattı.

EHEC neyin kısaltılması? EHEC bakteri mi, yoksa virüs mü?

Entero-Hemorajik Escherichia Coli isimli bakterinin kısaltılmış ismi. EHEC, bir bakteri olmasına rağmen medyada çoğu kez yanlış bir kullanımla "virüs" olarak tanıtılıyor. Bu bakteri genelde, çeşitli tip ishallere neden olabilen bir grubun üyesi. Örneğin; çok daha hafif seyredebilen ve Turist İshali (diyaresi) olarak bilinen hastalığa da farklı bir Escherichia coli tipi neden oluyor.
 
 
EHEC’in, kuşlar ve memelilerin bağırsaklarında, onlara zarar vermeden bulunan Escherichia coli bakterilerinden farkı ne?

Bu bakterilerin en önemli özelliği, diğer Escherichia coli bakterilerinden farklı olarak, güçlü bir toksin meydana getirmeleri. Bakteriler vücuda girip bağırsakta çoğalmaya başladığında, toksin üreterek hem bağırsakta kanlı ishale neden oluyor hem de bağırsak sisteminden dolaşıma geçerek organlara zarar veriyor.
 
Bahsettiğiniz toksinler, bağırsak dışında hangi organlara zarar veriyor?
Sitotoksin adını verilen bu toksinler, kan dolaşımına geçtikten sonra damar duvarını oluşturan endotel hücrelerine, böbreklerde bulunan bazı hücrelere, alyuvarlara bağlanıyorlar ve bu hücrelerde hasar meydana getiriyorlar. Bunun sonucunda pıhtılaşmaya neden olan bazı faktörler salınıyor, trombosit adı verilen pıhtılaşma pulcukları kümeleşiyor. Ardından başta böbrekler olmak üzere organlardaki kılcal damarlar tıkanıyor ve bu organların görevlerinde bozukluk meydana geliyor. Ayrıca alyuvarların tahrip olması sonucu anemi (kansızlık) oluşuyor.
 
Bakteri vücuda girdikten ne kadar zaman sonra etkileri görülmeye başlıyor? EHEC, herkeste aynı ağır tablonun yaşanmasına neden oluyor mu?

Özellikle 10 yaşın altındaki çocuklarda ve erişkinlerin yaklaşık yüzde 10’unda toksinlerin oluşturduğu organ bozukluğu nedeni ile ağır bir tablo olarak karşımıza çıkıyor. İshal belirtileri için kuluçka dönemi genellikle 3-4 gün. Bu dönem 1-2 gün kadar kısa olabileceği gibi 5-8 güne kadar da uzayabiliyor. Başlangıçta kanlı olmayan ishal, bir iki gün içerisinde kanlı olmaya ve karın ağrıları varsa artmaya başlıyor.
 
Toksinin neden olduğu ve organları etkileyen belirtiler ne zaman ortaya çıkıyor?

Genelde ilk belirtilerin ortaya çıkmasından bir hafta, on gün sonra ortaya çıkıyor.

Bu bakterilerin kaynağı nedir?

Bu bakterilerin ana kaynağı, sığır başta olmak üzere diğer çiftlik hayvanlarının kendi dışkıları ile kirlenmiş ve iyi ortamda tutulan az pişmiş etlerinin yenmesi. Bunun yanında, hastalığı belirtili ya da belirtisiz geçiren insanların, dışkıları ile kirlenmiş ortam ve iyi yıkanmamış elleri ile gıda hazırlamaları. Özellikle, hastalığı geçiren kişilerin bir kısmında, bakterilerin dışkılarında uzun süre bulunduğu görülüyor. Salgınların büyük bir kısmı, iyi pişirilmemiş sığır kaynaklı gıdalar (kıyma, tütsülenmiş et, süt) yoluyla oluşuyor. Hastalık insanlara; pişmemiş veya az pişmiş etler, özellikle hamburgerler, aracılığı ile bulaşıyor. Pastörize edilmemiş süt ve süt ürünleri, klorlanmamış içme suları, hatta doğal gübre ile yetişmiş çiğ tüketilecek sebzelerin iyi yıkanmadan veya bu tip gıdaların dışkı (kanalizasyon) ile kirlenmiş su ile yıkanmaları sonucu oluşuyor.

İshali önleyici, bağırsak hareketlerini azaltıcı ilaçlar bu vakalarda kullanılabilir mi?

YAZIN SERİNLEMEK İÇİN SOĞUK YERİNE ILIK SU İÇİN

Yaz sıcakları yorgunluk ve halsizliği de beraberinde getirebiliyor. Sıvı kayıpları ve düzensiz beslenme bireyleri hastalıkların eşiğine kadar götürüyor.

Memorial Antalya Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Berna Ertuğ, yaz aylarında sıvı kayıplarının önlenmesi ve zinde kalabilmek için beslenme önerilerinde bulundu.
 
Saat başı bir bardak ılık su için


Günlük yaz beslenmesinde su tüketimi büyük önem taşımaktadır. Gün boyu kaybedilen sıvı artmakta, vücudun dengelerini korumak için ise, bu kaybı telafi etmek gerekmektedir. Günlük su tüketimi en az 2-2,5 litre olmalıdır. Spor yapan ve ağır işte çalışan kişiler daha fazla sıvıya ihtiyaç duyar. Bu nedenle, sıvı tüketimi kişinin günlük sıvı kaybına göre uyarlanmalıdır. Örneğin yazın 1 saat spor yapan bir kişinin 1 litre su tüketmesi gerekmektedir. Yazın sıvı olarak suyun yanı sıra; süt, ayran, cacık, soda, limonata, bitki çayları, şekersiz kompostolar ve taze sıkılmış meyve suyu gibi içecekler doğru tercihler olacaktır.
 
Salata ve meyve tüketimiyle sıvı kaybı telafi edilebilir.
Sıcaklarda buzlu içecek tüketimi de artar. Ancak, bu tür soğuk ve buzlu içecekler, anlık serinleme sağladığı unutulmamalıdır.  İçecek ne kadar soğuk olursa olsun, vücuda girmesinin ardından, vücut ısısının da yükselmesine neden olmaktadır. Öte yandan, toplumda yerleşmiş, sıcak meşrubatların harareti önlediği kanısı da doğru değildir. Yazın serinlemeye yardımcı olan içecekler, ılık olarak tüketilmelidir. Kişinin sıvı tüketiminde sağlık açısından bir sınırlandırma getirilmemişse, serinlemek için her saat başı bir bardak ılık su tüketmek ideal olanıdır. Su tüketiminin yanı sıra; ana öğünlerde bol salata tüketimi de vücudun hararetini önlemeye yardımcı olmaktadır. Ara öğünlerde ise meyve tüketimi susuzluğu hafifletecektir. 
 
Terle kaybedilen tuzu mineralli su ile dengeleyin!

Yazın ter yoluyla kaybedilen mineralin karşılanmasında mineralli su tüketimi etkin bir çözüm sunmaktadır. Serinletme özelliğinin yanı sıra; sıvı ve mineral dengesi açısından son derece sağlıklı bir içecek olan mineralli suyun tüketimi de dengeli olmalıdır. Örneğin tansiyon hastalarının mineralli su tüketimine dikkat etmesi, miktarını doktoruna danışarak belirlemesi gerekmektedir.
 
Yazın bu yiyeceklerden uzak durun!


• Yağda kızartmalar, kavurmalar (Et, sebze, hamur işi), yağlı sos eklenmiş besinler.
• Aşırı tuz ve tuzlu besinler,
• Sucuk, salam, sosis, pastırma.
• Sakatatlar(Karaciğer, böbrek, dalak, beyin,...)
• Bütün yağlı yiyecekler(Yağlı etler, kaymak, krema, mayonez, tahin, yağlı soslar)
• Kuyruk yağı, iç yağı, tereyağı, margarin.
• Şekerli meyve suları, şekerli-asitli içecekler
• İçeriği bilinmeyen hazır gıdalar.
• Alkollü içki tüketimine dikkat ediniz. Tüketimde tercihinizi hafif alkollü içkilerden yana kullanınız, özellikle açken alkol tüketilmemesi gerekir.

Yorgunluk ve bitkinliğe karşı C vitamini tüketin!

Yaz aylarında artan yorgunluk ve bitkinlik hissi, doğru besinler tüketilerek giderilebilmektedir. Havadaki artan nem oranı ve aşırı sıcaklarla gelen isteksizlik ve uyku haline karşı antioksidanlardan zengin besinlerin tüketimi önerilmektedir. Bağışıklık sistemini güçlendiren taze sebze ve meyve tüketimi, enerji vermekte, özellikle; C vitaminden zengin yeşilbiber, maydanoz gibi yeşil yapraklı sebzeler, kivi, çilek, erik gibi meyveler; A vitaminden zengin yumurta, havuç, kayısı, yeşil yapraklı sebzeler; E vitaminden zengin kuru baklagiller, ceviz, fındık, badem gibi yağlı tohumlar yorgunluk ve halsizlik şikayetlerinin önüne geçilmesinde yardımcı olacaktır.

17 Haziran 2011

Dünya'da her üç dakikada bir iki kadın gebelik ya da doğum nedeniyle hayatını kaybediyor.

TJOD 9. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi  17-22 Mayıs 2011 tarihinde  Antalya’da gerçekleşti.

Sağlık Bakanlığı ve Uluslararası Jinekoloji ve Obstetrik Derneği FİGO Tarafından da desteklenen kongrede ,yoğun bilimsel programının  dışında  Sağlık Bakanlığı-TJOD sezaryen oranlarını azaltma ortak eylem planı, etik ve hukuksal sorunlar , kadına şiddet gibi hekimliği ilgilendiren konular da  uzmanlarca tartışıldı.

Kongre açılış konuşmasında TJOD Başkanı Prof.Dr. İsmail Mete İtil  kongrenin yalnızca bilimsel bir aktivite olmadığını ,bilimselliğin yanı sıra kadın-doğum hekimliğinin tüm yönleriyle ele alındığı, sağlık politikalarının değerlendirildiği, mesleki bilinç ve kaynaşmanın yükseldiği bir çalıştay olduğunu da belirtti. Prof.Dr. İsmail Mete İtil ;' Bu kongrede de bilgilerimizi aktaracak, sorunlarımızı anlatarak ortak çözümler bulmaya çalışacağız. Birbirimize gösterdiğimiz sevgiyi ve saygıyı eksiltmeden tartışacak,  kararlar alacağız. Karamsarlığı bırakarak, umuda sımsıkı sarılacak, birbirimizden aldığımız güçle ileri daha güvenli bakacağız. Bunu canı gönülden diliyorum.' dedi.
Konuşmasında sağlık politikalarına da değinen Prof.Dr.İsmail Mete İtil:' Hekimlerin üzerinde oynanan oyunlar, yapılan haksızlıklar, küçük düşürücü, hakarete varan söylemler bizleri üzmektedir. Hukuki ve mali altyapısı hazırlanmamış, hekim ve hasta hakkına saygısı olmayan bir şablonu zorla ülkemize uydurmaya çalışıp, engeller çıkınca hırçınlaşan, her gün yeni bir hukuksuzlukla karşımıza çıkan sağlık bakanlığının uygulamaları artık bizleri şaşırtmamaktadır.Sağlıkta başarı, hastanın istediği eczane, istediği hastaneye gidip kapıdan karşılanması değildir. Sağlıkta başarı toplumun tümünün fiziksel ve ruhsal olarak iyi halde olmasının sağlanmasıdır. 2002 yılında 1,5 milyon olan ameliyat sayısı, 2009 da 4,5 milyona çıkmışsa, ilaç tüketimi 750 milyondan, 1,5 milyar kutuya çıkmışsa, hasta sayısı %81 artmışsa, bu toplum iyileşmiyor, ya hasta oluyor ya da hasta ediliyor demektir. Sistemin çok hızlı bir şekilde gözden geçirilmesine ve değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Eğer bu konuda TJOD ye bir görev düşerse, gerekli öneri ve katkılarımızı sunmakta tereddüt etmeyiz. Yalnızca ve yalnızca hukukun uygulanması sağlıkta birçok sorunu çözecektir.' dedi.

FİGO başkanından çarpıcı açıklama:'Dünya’da her üç dakikada bir iki kadın gebelik veya doğum sebebiyle hayatını kaybediyor.'

FİGO Başkanı Dr.Gamal Serour 9. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresinin açılışında 'Dünyada Kadın Sağlığı' ile ilgili bir konuşma yaptı. Dr.Serour konuşmasında; ‘Dünyada 15-44 yaş arasındaki kadınların üçte birinin üreme sağlığı ve cinsel hastalıklardan dolayı ölüyor.Her üç dakikada bir iki kadın gebelik ya da doğum nedeniyle hayatını kaybediyor. Bütün anne ölümlerinin yüzde ellisinden fazlası Hindistan, Nijerya,Pakistan, Afganistan, Etiyopya ve Kongo Cumhuriyet’inde görülüyor.Anne ölümlerinin en önemli nedenleri kanama, hipertansiyon, gebelik zehirlenmeleri ve enfeksiyonlardır.’dedi.

TJOD Bölgede lider konuma ulaştı

FİGO Başkanı Dr.Gamal Serour Türkiye’nin bölgesel ve kıtalararası konumuna dikkat çekerek, TJOD’ne birçok bölge ülkesini bağlayarak bir federasyon oluşturmayı planladıklarını ve Türkiye’nin bölgede lider bir konuma ulaşacağına dikkat çekti. Dr.Serour TJOD’ne sürekli üyelik verileceğini de söyledi.TJOD’nin çalışmalarının ve politikalarının dünya kadın doğum dernekleri ile uyumlu olduğuna dikkat çeken Dr.Serour bu anlamda TJOD’nin uluslar arası derneklerin bile örnek alacağı bir konumda olduğunu belirtti.

Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısınaTJOD Başkanı Prof.Dr.İsmail Mete İtil , Tjod 2.Başkanı Prof.Dr. Bülent Tıraş, Tjod Genel Sekreteri Prof.Dr. Cansun Demir, Prof.Dr. Serdar Ural,Prof.Dr.Fuat Demirci ve Doç.Dr. Fazlı Demirtürk katıldı. TJOD başkanı Prof.Dr.İsmail Mete İtil  kongre hakkında şu bilgileri verdi;

''Türkiye’nin en büyük uzmanlık derneği olmanın yanı sıra büyük bir aile anlayışı ile kenetlenen, sorunları ve başarıları birlikte paylaşan Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği’nin 9’uncu Ulusal Kongresinde 20’si yabancı olmak üzere, iki bin katılımcı ile 56 oturum ve 7 özel oturum ile tam anlamıyla bir bilimsel şölene ev sahipliği yaptık.

Bu yıl da; anne-bebek sağlığı, aile planlaması, cinsel sağlık, normal doğumun teşviki, kadın doğumdameslek hataları, çoğul gebelik, gebelik zehirlenmeleri, yüksek riskli gebelikler, menopoz, jinekolojik onkoloji, üreme endokrinolojisi ve infertilite gibi öncelikli konular üzerinde çalışmalarımızı özenlesürdürdük.''

Türkiye’de anne-bebek ölüm oranları azalma eğiliminde ancak gelişmiş ülke düzeyinde değildir.

Türkiye’de anne-bebek ölüm oranları azalma eğiliminde ama gelişmiş ülke düzeyinde henüz değil.Ayrıca, 15-19 yaş arası gebelikler ve bunlara bağlı sorunlar da gelişmiş ülkeler düzeyinde de değildir.Bu konuda daha aktif ve işbirliğine açık olarak hem Sağlık Bakanlığı hem de dünyadaki sivil toplum kuruluşları ile yeni projeler ve çalışmalar yapma kararlılığımız bulunmaktadır.

Kadına yönelik şiddet ilk defa bir jinekoloji kongresinde ele alındı.

Ülkemizin de önemli bir sorunu olan kadına yönelik şiddet ilk defa bilimsel bir kongrede oturum konusu olarak yer buldu. Kadına yönelik şiddetle ilgili kadın doğum hekimine de düşen sorumluluklar var. Çünkü bu tip şiddete uğrayan kadınları gören hekimlerden biri de kadın doğumculardır. Oturumlarda şiddete maruz kalan kadına nasıl yaklaşılacağı ,multidisipliner bir yaklaşımla etik ve hukuki boyutlarıyla , Avrupa sözleşmelerinde de değerlendirildiği şekilde detaylı tartışıldı. Psikiyatri ve kadın doğum işbirliği ile yaptığımız diğer oturumlarda ise vajinismus ve cinsel ağrı konularına da dikkat çekildi.'

‘En sık dava açılan hekim grubuyuz’

'Bizim için önemli olan konulardan biri de medikolegal ve malpraktis sorunları.Bu oturumlarda jinekologların hukuksal sorunlarla karşılaştıklarında daha bilinçli ve doğru adımlar atması için bilgilenmelerini amaçladık. Hekimler üzerindeki medikolegal baskılar sezaryen oranları dahil  bir çok konuyu etkiliyor.Jinekologlar hukuki sorunlarla karşılaştıklarında medikal olarak düşünüyorlar, hukuki bir görüş geliştiremiyorlar. En sık dava açılan hekim grubuyuz ve yüksek sağlık şurasında en çok dosyası bulunan gene jinekoloji gurubu. Bu bizim sık hata yapan hekimler olduğumuzdan kaynaklanmıyor. Dünyada da böyle. Bu durum, mesleğin doğal bir sonucu. Çünkü aynı anda iki canlıyla hem anne hem de bebekle ilgilenen bir meslek grubuyuz.Birini kurtarabilir ama diğerini kurtaramayabilirsiniz. Burada hem fetusun hem de annenin hakları var. Dolayısıyla kompleks bir konu. Bu durum zaman zaman komplikasyonlardan kaçınmak ve normal doğuma bağlı sorunlardan uzak kalmak adına sezaryen oranlarını yükseltiyor. Medikolegal baskının azaltılması bu sorunda da bir iyileştirme yapacaktır.


Sezaryen oranlarındaki artış özel oturumda tartışıldı.

Sezaryen oranlarındaki artışın bir çok sebebi var.Performans değerlendirilmesi,malpraktis vb. Sezaryen oranlarındaki artışın diğer önemli nedenlerinden biri de,  anne isteği ile sezaryen . Bu  konuda kongre kapsamında davetli Yargıtay üyeleri, Gazi ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden medeni hukuk ve ceza hukuku öğretim üyeleri ile birlikte özel oturumda detaylı tartıştık. Bu konu hem anne -bebek sağlığı hem de hekim hakları açısından önemli bir konu .Sonuçta yargı üyeleri dahil bir çok kişinin bakış açısı değişti. 

TJOD-Sağlık Bakanlığı “ Türkiye’de yüksek sezaryen oranlarını düşürmek için ortak eylem planı'' hazırladı.
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği  Sağlık Bakanlığı ile birlikte “ Türkiye’de yüksek sezaryen oranlarını düşürmek için ortak eylem planı hazırlamıştır.Bu eylem planına 2011 yılı içerisinde başlanması ve sezaryen oranlarının kabul edilen stratejiler çerçevesinde , 2013’te ortalama yüzde 35’e indirilmesi planlanmıştır.Ortak eylem planının ana stratejileri ; Klinik düzeyinde ,idari ve halka yönelik stratejilerdir. İdari düzeyde tıbbi endikasyon dışı sezaryenlerin azaltılması konusunda, kamu-üniversite-özel sektör ve uzmanlık dernekleri ile işbirliği ve ortak yaklaşım sürdürülecektir. Doğum ve sezaryen ücretleri ile performans kriterleri yeniden düzenlenecektir. Sezaryen oranlarının yüksekliğinin nedenleri ve azaltılmasına yönelik araştırmalar desteklenecektir

Halka yönelik bilgilendirme aktiviteleri düzenlencek.

Eylem planı kapsamında doğum öncesi bakım hizmetleri sunulurken, gebelerin hastanede ve vajinal doğum yapmalarının teşvik edilmesi için bilgilendirme kampanyası düzenlenecektir.Her gebeye doğum öncesi bakım hizmeti alırken vajinal doğumun yararları anlatılacaktır. Gebenin doğum yapacağı yer ve yöntemi konusunda özellikle 30-32. hafta kontrolunda ailesi ile birlikte danışmanlık verilecektir. Vajinal doğum ve sezaryen ile ilgili gebeler için yazılmış bir bilgilendirme kitapçığı hazırlanacaktır. Gebe bilgilendirme sınıfları kurulacaktır. Önce büyük kliniklerden başlanarak farklı disiplinlerden eğiticilerle (KD uzmanı, yüksek ebe-hemşire, sosyal çalışma uzmanı v.b.) çalışmalar yapılacaktır.''

Kaynak:http://www.populersaglik.com

06 Haziran 2011

''HPV, HIV'DEN 100 KAT DAHA BULAŞICI. Türkiye'de yaklaşık üç milyon kişi Hepatit B (HPV) virüsü ile enfekte (taşıyıcı) olduğu bilinmektedir”

Türk Karaciğer Araştırmaları Derneği Başkanı Prof. Dr. Nurdan Tözün, Hepatit B'nin tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de önemli bir sağlık sorunu olduğunu belirterek; “Türkiye'de yaklaşık üç milyon kişi Hepatit B (HPV) virüsü ile enfekte (taşıyıcı) olduğu bilinmektedir” dedi.

Hastalığın tedavi edilmediğinde siroza ve karaciğer kanserine neden olabildiğine dikkati çeken Prof. Dr. Tözün; ''HPV, İnsan İmmün Yetmezlik Virüsü(HIV)’nden 100 kat daha bulaşıcıdır'' diye konuştu.
Hastalığın belirtisiz de seyredebildiğine dikkati çekerek, bunun hastalığın uzun süre fark edilmemesine yol açabildiğini söyleyen Prof. Tözün; “Ciddi sağlık sorunlarına, iş gücü kayıplarına ve ekonomik yüke neden olan bu hastalıkla mücadelede erken tanı ve tedavinin yanı sıra korunmaya yönelik tedbirlerin yaygınlaştırılması şart. Korunma için aşılama oranlarının yükseltilmesi, erken tanı için tarama çalışmalarının artırılması, hastalara gereken tedavinin ulaştırılması ve tedavi kalitesinin artırılması, bildirimlerin, kayıt sistemlerinin iyileştirilmesi ve Hepatit b hakkında hem sağlık çalışanlarının hem de halkın bilgi düzeyinin artırılması gerekmektedir” dedi.

Hepatit B’nin daha çok bizim ülkemizde 40-69 yaşları arasında gözlendiğini, 18 yaş grubunda yüzde 2,8 iken daha ileri yaşlarda bu oranın arttığını söyleyen Prof. Dr. Tözün “Türkiye'de yapılan çalışmalarda, görülme sıklığı açısından da bölgesel farklılıklar dikkat çekiyor. Batı bölgelerinde yüzde 2,5 civarındayken, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yüzde 7'ye kadar çıkabiliyor. Hepatit B oranının batıdan doğuya doğru gidildikçe arttığı, Eskişehir, Antalya, Adana, Elazığ, Sivas ve Erzurum'da yüksek oranlarda bulunduğu, Diyarbakır'da HBsAg pozitiflik oranının yüzde 10'lara ulaştığı bildirilmektedir. Etkili aşılama çalışmalarına rağmen gelecek on yıllarda Hepatit B'nin önemini koruyacağı düşünülmektedir.'' dedi.

Prof. Dr. Tözün, Türkiye'nin aşılama konusunda Balkanlardan önde olduğunu aktararak, ''Her yeni doğanın aşılanması programda yer alıyor. Sağlık Bakanlığı’nın öngördüğü 2010 yılında bunun yüzde 90'a ulaşmasıydı. Yeni doğanda aşı yapılmamış olanlar için ilkokulda aşılama programa var'' diye belirtti.

Fast food ile beslenme yağlı karaciğer hastalıklarına yol açıyor


Türk Karaciğer Araştırmaları Derneği tarafından düzenlenen 8. Ulusal Hepatoloji Kongresi 1-5 Haziran tarihlerinde Ankara’da gerçekleşti.

Kendi alanında uzman 115 Türk ve 20 yabancı bilim insanın ve 800 katılımcının yer aldığı 8. Ulusal Hepatoloji Kongresinde Viral hepatitler, Hepatosellüler Kanser, Otoimmün Karaciğer Hastalıkları, Non-alkolik Yağlı Karaciğer Hastalığı, Metabolik Karaciğer Hastalıklar, Karaciğer Transplantasyonu, Kök Hücre Nakli, Görüntüleme ve Laboratuarda yenilikler gibi bir çok konu uzmanlarca tartışıldı. Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısında fast food ile beslenmenin yağlı karaciğer hastalıklarına yol açtığı ve Hepatit B'nin tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de önemli bir sağlık sorunu olduğu vurgulandı.
 
 
 Fast food ile beslenme yağlı karaciğer hastalıklarına yol açıyor!
 
Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Kongre Başkanı Prof. Dr. Ramazan İdilman, çoğu zaman sessiz seyreden ve alkolik karaciğer hastalığına benzer bulgular gösteren yağlı karaciğer hastalığı (NASH)’ın hiç alkol kullanmayan veya nadir kullananlarda da görülebileceğini, fast food tarzı beslenenlerin bu sorunla karşılaşabileceklerini söyledi. Prof. Dr. İdilman '' Değişen beslenme şeklimiz, fast food tipi beslenme ne yazık ki bizde alkole bağlı olmayan yağlı karaciğer hastalığına yol açıyor ve bu özellikle toplumumuzda hem yetişkin hem de çocuklarımız için önemli bir problem. Özellikle obezite sorunu olanlarda, şişman kişilerde, diyabet ve hipertansiyonu olanlarda önemli bir sağlık problemi.” dedi.
Prof. Dr. İdilman ayrıca; “Bu hastalığın en önemli bulgusu karaciğerde yağ birikmesidir, bu hastaların çoğu kendini iyi hissetmekte ve günlük hayatlarını sürdürmektedir. Bununla birlikte NASH siroza kadar ilerleyebilmekte ve geri dönüşü olmayan bir karaciğer tablosu çizmektedir. NASH kan testi sonucu tanı konulabilen bir hastalıktır. Bununla birlikte kesin teşhis koymak için biyopsi yapmak gerekmektedir” dedi.

NASH’ın bu kadar sık görülmesine rağmen altta yayan sebebin henüz aydınlatılamadığını fakat çoğu zaman orta yaşlı ve şişman insanlarda görüldüğünü söyleyen Prof. Dr. İdilman, öncelikli amaç hastanın kilosunu normale çekebilmek, bu çoğu zaman hastanın karaciğer enzimlerini düzenlemeye ve hatta bazı olgularda hastalığın düzelmesine sebep olabildiğini belirtti. Prof. Dr. Tözün ise; “METSEND’in PURE Araştırması var, 5000 kişi ile yapılan bu tarama çalışmasında kadınlarda %39, erkeklerde %28 oranında obezite ve metabolik sendroma rastladılar, obezite geleceğimiz açısından da çok önemli bir sorun.” diye ekledi.

02 Haziran 2011

İnflamatuvar Barsak Hastalıkları


İnflamatuvar Barsak Hastalıkları bağırsakların kronik olarak herhangi bir bulaşıcı mikrop olmadan iltihaplanmasına neden olan bir grup hastalıktır. Başlıca Crohn hastalığı ve ülseratif kolit gibi rahatsızlıkları içerir.

Acıbadem Fulya Hastanesi Crohn ve Kolit Merkezi Bölümü , İnflamatuvar Barsak Hastalıkları Derneği Başkanı Prof.Dr. Hülya Över Hamzaoğlu İnflamatuvar Barsak Hastalıkları hakkında şu bilgileri veriyor;

''Crohn Hastalığı sindirim kanalının iltihaplanma ve ülserler ( yaralar) ile karekterize kronik bir hastalığıdır. Ağızdan anüse kadar barsağın herhangi bir yerini tutabilirse de en sık ince barsağın son bölümü ve kalın barsakta hastalığa neden olmaktadır. Uzun süreli, müzmin ancak tedavisi mümkün bir hastalıktır. Kimi yönleri ile Crohn hastalığına benzeyen ancak yalnızca kalın barsakta tutulum yapan ülseratif kolit ile birlikte inflamatuar ( iltihaplı ) barsak hastalıklarının önemli bir kısmını oluştururlar.''


Çocuklarda Crohn ve Ülseratif Kolit

Ülseratif kolit ve Crohn hastalığının çocukluk hastalıkları içinde de önemli yer tutuyor. 5 yaşın altında görülmesinin nadir ancak 10-19 yaşları arasında sıklığın arttıyor. Hastalığın klinik belirtileri ve tedavisi erişkinlerde olduğu gibidir. Ülseratif kolit kalın barsağın hastalığıdır. Çocuklarda genellikle kalın barsağın son bölümünü tutar. Kanlı ishal ve karın ağrısı olur. Çocuklarda hastalık erişkinlere göre daha hafiftir. Ancak, yine de iştahsızlık, kilo kaybı, hafif ateş ve solukluk gibi belirtiler olabilir. Crohn hastalığı, hastaların büyük kısmında ince barsağın son bölümünü tutar. Tüm ince barsağı ve kalın barsağı da hastalandırabilir. Crohn hastalığında karın ağrısı, iştahsızlık, kilo kaybı en sık görülen belirtilerdir.

İnflamatuvar barsak hastası kadın ve erkekler çocuk sahibi olabilir mi?

Genelde, bu sorunun cevabı "evet" tir. Ancak, hamilelik planlanırken dikkate alınması gereken çok sayıda temel konu vardır. Hamileliğinizi hastalığınızın aktif olmadığı dönemde planlamak özellikle önemlidir. Bu dönemde doğurganlığınız azalmaz ve hamilelik süreci sağlıklı bireylerdeki gibi ilerler.

Bazı olgularda, hastalığın aktif olmaması, kullanılan ilaçlara bağlı olabilir. Bu ilaçların bir kısmı hamilelik (gebelik) sırasında zararlı olabilir. Böyle durumlarda hamile kalma isteğinizi tedavinizi yürüten doktorla görüşmeniz çok önemlidir.

İnflamatuvar barsak hastalıkları hamileliğin gidişini ve bebeğin sağlığını nasıl etkiler?

SEDEF HASTALIĞINDA EŞ ZAMANLI UYGULANAN PSİKOLOJİK TEDAVİLER SONUÇLARI POZİTİF ETKİLİYOR

Dermatolojik hastalıkların çoğu, başkaları tarafından görülebilir olmaları nedeniyle hastanın yaşam kalitesini hem kişisel, hem de topl...