28 Şubat 2012

“HER 100 KADINDAN 70-90′INDA KANSIZLIK SORUNU VAR.”




TJOD Başkanı Prof.Dr. İsmail Mete İtil
TJOD Genel Sekreteri Prof.Dr. Cansun Demir

Kan, içerdiği hücreler ve maddelerle kalpten tüm organlara pompalanan ve organların oksijen ve besin maddesi ihtiyaçlarını karşılayan bir sıvıdır. Düzenli olarak aldığımız sıvı ve besin maddeleri kana geçerek organlara dağıtılır. Soluduğumuz havada bulunan oksijen akciğerlerden kana geçerek kalbe buradan da organlara ulaştırılır.Besinlerle alınan demir sindirim sisteminden kana geçtiğinde bazı taşıyıcılar tarafından alınır ve alyuvarların yapım yeri olan kemik iliğine götürülür. İhtiyaç fazlası ise çeşitli organlarda depolanır. Günlük ihtiyaç besinlerle karşılanamadığında bu depolardan faydalanılır.Demir depoları sonsuz bir kaynak değildir. Günlük alım yetersiz olduğunda veya ihtiyaç fazla olduğunda depolar tükenir ve alyuvarların üretimi aksamaya başlar.Üretim aksaması ilk başlarda vücudun alığı çeşitli önlemlerle giderilmeye çalışılır. Önlemler yetersiz kaldığında "kansızlık" yani demir eksikliğine bağlı olarak alyuvarların yetersiz üretilmesinden kaynaklanan durum vücutta çeşitli belirtiler vermeye başlar.

DEMİR EKSİKLİĞİNE BAĞLI KANSIZLIK BELİRTİLERİ


Doğurganlık çağındaki kadınlarda en sık görülen sorun olan kansızlık tedavi edilmediğinde ciddi sağlık problemlerine yol açabiliyor. Cildin sağlıklı rengini veren cilt altında bulunan kılcal damarlardır. Kansızlık durumunda cilt rengi kansızlığın şiddetiyle orantılı olarak soluklaşır.Kan hacmi azaldığında kalp organlara yeterli kanı ulaştırabilmek için daha fazla devir yapmak zorundadır. Bu nedenle kansızlık durumunda nabız daha hızlı atar, kalbin bu aşırı çalışması arada sırada düzensiz atmasına yani çarpıntıların ortaya çıkmasına neden olabilir. Kalp bu aşırı aktivite esnasında "yorulmaktadır". Bu aşırı aktivite ileri durumlarda kalbin büyümesine ve çok ileri durumlarda yetersiz kalmasına neden olabilir.

Kalbin yaptığı daha fazla devir, akciğerlerin de gerektiğinden daha fazla çalışmasına neden olur. Bu nedenle kansızlık durumunda nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkabilir.Her ne kadar kalp ve akciğerler dokunun ihtiyacını karşılamak için normalden fazla yorulsalar da vücudun oksijen ihtiyacı çok iyi bir şekilde karşılanamamaktadır. Bunun sonucu olarak kansızlığı olan kişilerde halsizlik, güçsüzlük gibi belirtilere sık rastlanır.Vücut ısısının kontrolünde kanın işlevleri son derece önemlidir. Kanı az olan kişiler bu nedenle daha çok üşürler.

Yukarıdaki belirtilerin dışında demir eksikliği olan kişilerde görülebilen diğer belirtiler arasında en önemlileri ağız kenarında oluşan çatlaklar, tırnakların kolay kırılması sayılabilir. İleri derecede demir eksikliğinde toprak, buz, kireç, nişasta gibi maddeler yenebilmektedir.

KADINLARDA GÖRÜLEN KANSIZLIĞIN EN ÖNEMLİ NEDENİ “ AŞIRI ADET KANAMALARI”




Menoraji (aşırı adet kanaması) fazla miktarda (80 ml) ve/veya 7 günden uzun süren adet kanaması olarak tanımlanabilir. Aşırı adet kanaması hastanın yaşam kalitesini bozar. Ortalama 10 kadından biri, 36-40 yaşları arasında 4 kadından biri aşırı adet kanaması sorunu yaşıyor.
Menoraji nedenleri;
Myomlar
Yaş
Kan hastalıkları
Endometriyozis

Sigara ve alkol tüketimi

Stres olarak sıralanabilmekle birlikte hastaların büyük kısmında bir neden saptanamaz.

Demir eksikliği en çok kan kaybıyla ortaya çıkıyor.

Kadınlarda ortalama 13 yaşından itibaren menopoz dönemine kadar geçen süre içinde, her ay regl dönemlerinde kan kaybı olduğundan, doğurganlık çağındaki kadınlar, genellikle yaşamlarının bir döneminde bu sorunla karşılaşmaktadırlar.

Demir depoları sonsuz bir kaynak değildir. Günlük alım yetersiz olduğunda veya ihtiyaç fazla olduğunda depolar tükenir ve alyuvarların üretimi aksamaya başlar. Üretim aksaması ilk başlarda vücudun alığı çeşitli önlemlerle giderilmeye çalışılır. Önlemler yetersiz kaldığında "kansızlık" yani demir eksikliğine bağlı olarak alyuvarların yetersiz üretilmesinden kaynaklanan durum vücutta çeşitli belirtiler vermeye başlar.

Demir eksikliğine bağlı kansızlığın tanısı oldukça kolaydır. Yapılan bir kan sayımında hemoglobin ve hematokrit adı verilen değerlerin normalin altına inmiş olması ve alyuvarların ortalama büyüklüklerinin azalmış olduğunun gözlenmesi demir eksikliği anemisi tanısının konması için yeterlidir. Bazı durumlarda ve özellikle de kansız olması için bir nedeni olmayan kişilerde kansızlığın nedenini ve kaynağını araştırmak için daha ileri incelemelere başvurulması gerekebilir.


AŞIRI ADET KANAMALARI MUTLAKA TEDAVİ EDİLMESİ GEREKEN ÖNEMLİ BİR SAĞLIK SORUNUDUR
 

Türkiye’de erkeklerin %34’ü sertleşme sorunu yaşıyor.


40 yaş üstü erkeklerde bu oran %69,2. Sorun yaşayan erkeklerin sadece %64’ü doktora danışıyor.


İstanbul - Türk Androloji Derneği, sertleşme sorunu (erektil disfonsiyon), Türk erkeklerinin tutumu ve yeni tedaviler ile ilgili güncel verileri ve araştırma sonuçlarını düzenlediği basın toplantısında kamuoyuyla paylaştı. Türk Androloji Derneği Onursal Başkanı Prof.Dr.Ateş Kadıoğlu, Türk Androloji Derneği Başkanı Prof.Dr.Ramazan Aşçı ve Türk Androloji Derneği Genel Sekreteri Prof.Dr. Selahittin Çayan’ın katıldığı basın toplantısında, Türk erkekleri bağlamında Türkiye’de cinsel hayatın kalitesi ve yaşanan sorunlar masaya yatırıldı. Türkiye’de erkeklerin önemli bir kısmının sertleşme sorunu yaşadığının belirtildiği toplantıda, yeni tedavi yöntemlerinin umut verdiği ifade edildi. Sertleşme sorunu ciddi bir hastalığın işareti olabilir.

Bugün 40 yaş üstü erkeklerde sertleşme sorununun %69’un üzerinde olduğunu belirten Türk Androloji Derneği Onursal Başkanı Prof. Dr. Ateş Kadıoğlu, 2025 yılında Türkiye’de 11 milyona yakın erkeğin sertleşme sorunu yaşayacağının tahmin edildiğini söylüyor. Erkeklerin bu konuda konuşmaktan çekindiği ve ilaç kullandıklarının bilinmesini istemediklerini belirten Prof. Dr. Ateş Kadıoğlu, “artık cüzdanda taşınacak kadar küçük paketlerde, ağızda eridiğinden suya bile gerek bırakmayan, hatta nane tadında bir ilaçla tedavi mümkün. Yeter ki erkekler sorunlarını saklamasın, bir doktordan yardım almaya gönüllü olsun” dedi.
Nane tadında çözüm!

Sertleşme sorunu yaşayan hastaların kullanımına sunulan medikal yöntemler üzerine bilgiler veren Prof. Dr. Ateş Kadıoğlu, ağızdan alınan ilk ürünün 1999 yılında piyasaya sunulduğunu belirtti. Ancak 2012 yılında Türkiye’deki hastaların da kullanımına sunulan Vardenafil etken maddeli Levitra ağızda eriyen tabletin hasta dostu kullanım şekli itibarıyla son derece önemli bir ihtiyaca yanıt verdiğini söyledi. Ağızda eriyebilmesi, çok yağlı ve kalorili bir yemek sonrası bile etkinliğini sürdürmesi ve 65 yaş altı erkeklerde 15 dakikaya ulaşan hızlı etki başlangıcı nedenleriyle avantajlı olduğunu belirten Kadıoğlu; ürünün, suyla ilaç yutma güçlüğü çeken hastalar için de tercih sebebi olduğunu kaydetti. Sertleşme sorunu yaşayan erkeklerin, sorunlarını partnerleriyle paylaşmaktan çekindiklerine işaret eden Kadıoğlu, “susuz kulanılabilmesi ve hatta nane tadında olması erkekleri rahatlatan bir özellik” dedi.

Hareketsiz yaşam ve obezite temel risk faktörleri
Erektil disfonksiyonun (sertleşme sorunu) üç aydan uzun bir sürede tatmin edici bir cinsel ilişki veya aktivite için yeterli ereksiyonu sağlayamamak ve koruyamamak olarak tanımlayan Prof. Dr. Ramazan Aşçı, ereksiyonun psiko-nöro-vasküler bir olay olduğunu ifade etti. Ereksiyon için sağlıklı sinir sistemi uyarısı, sağlıklı damar yapısı ve sağlıklı penis düz kas yapısına gereksinim olduğunun altını çizen Aşçı, sertleşme sorununun başka hastalıkların işareti olabileceğini belirterek bir hekim tarafından mutlaka değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. Aşçı sertleşme sorununa yaşa bağlı hormonal eksiklikler, kronik hastalıklar (kalp-damar hastalıkları, hipertansiyon, şeker hastalığı, depresyon), stres, alkol, ilaç ve sigara alışkanlıklarının neden olabildiğini kaydetti. Diyabetin sertleşme sorununu 4,1 kat, stresin ise 3,2 kat arttırdığını ifade eden Aşçı, hareketsiz yaşam şeklinin ve obezitenin de temel risk faktörleri olduğunun altını çizdi.
Sertleşme sorunu (erektil disfonksiyon)

Sertleşme sorunu tatmin edici bir cinsel aktivite için yeterince uzun sürecek bir ereksiyonu düzenli olarak sağlayamama ve/veya muhafaza edememe olarak tanımlanır.

Neredeyse tüm erkekler zaman zaman ereksiyon sağlamada ve/veya muhafaza etmede zorlanabilirler. Öte yandan dünya genelindeki 20-75 yaş aralığındaki tüm erkeklerin %16’sı, yani tahminen 152 milyon erkeğin bu bağlamda tekrar eden sorunlar yaşadıkları düşünülüyor. Dünya genelinde sertleşme sorunu yaşayan erkek sayısının 2025 yılına gelindiğinde 322 milyona ulaşacağı tahmin ediliyor.
Sertleşme sorununun fizyopatolojisi ve psikolojik algısı

Sertleşme sorunu çoğu zaman tabu bir konu olarak görüldüğünden geçmişte tanı konması, anlaşılması ve yönetiminde zorluklar yaşandı. Sertleşme sorunu hem psikolojik hem de fizyopatolojik nedenlerden kaynaklanabilir.
Sık karşılaşılan psikolojik nedenler stres ve anksiyetedir.
Hastada mevcut tıbbi sorunlar olarak sıklıkla tanımlanan fizyopatolojik nedenlerse genellikle kardiovasküler hastalıklar, diyabet, dislipidemi, hipertansiyon ve abdominal obezitedir. Dolayısıyla sertleşme sorunu sağlığın genelini etkileyen bu nevi sorunların erken bir göstergesi olarak önem taşıyor. Hipertansiyon ve diyabet gibi fizyopatolojik sorunların yüksek yaygınlık oranına karşın erkeklerin birçoğu sertleşme sorununun psikolojik kaynaklı olduğunu düşünüyor.

28 Ocak 2012

Tıp Dünyasını Heyecanlandıran 3 Yeni Yöntem Meme Kanserinin Nüks Etmesini Geciktiriyor!



Amerika Birleşik Devletleri’nde düzenlenen Meme Kanseri Sempozyumu’nda tedavi süreciyle ilgili yüz güldürücü sonuçları olan çalışmalar sunuldu. Tıp dünyasını heyecanlandıran yeni gelişmelere göre; yeni yöntemlerle meme kanserinin nüks etmesi daha uzun süreler geciktirilebiliyor!

Meme kanseri gelişmiş ülkelerde kadınlarda en sık görülen kanser olarak karşımıza çıkıyor. Amerika’da 80 yaşına kadar yaşayan her 8 kadından, ülkemizde de her 12 kadından biri hayatının herhangi bir döneminde meme kanserine yakalanıyor. Günümüzde çok sayıda kadının meme kanserine yakalanmış olması bu hastalığın tedavisi için yapılan uluslararası çabaları da arttırıyor. Daha başarılı tedavi yöntemleri için yeni ilaçlar veya kombinasyonlar, binlerce hasta ile yapılan klinik çalışmalarla araştırılıyor.

Kongreye katılan Acıbadem Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Gül Başaran’ yeni gelişmeler hakkında şu bilgileri veriyor;

''Osteoporoz ilaçları meme kanserine bağlı nüksü ve ölümü önleyebiliyor''

1. GELİŞME: Osteoporoz tedavisinde ve kemik metastazı olan kanser hastalarında kullanılan ilaç grubu, erken evre meme kanserinde nüksü ve meme kanserine bağlı ölümleri önlüyor.

Kanseri olmayan osteoporozlu hastaların tedavisinde ve kemik metastazı (sıçrama) olan kanser hastalarında, yeni kemik metastazlarını önlemek amacıyla verilen bir ilaç grubu, erken evre meme kanseri hastalarında nüksü ve meme kanserine bağlı ölümleri önlüyor. Yedi yıllık takip sonuçları sunulan araştırmaya göre; menopoza girmemiş, hormon reseptörleri pozitif, yumurtalık fonksiyonları anti-hormon ilaçlarla baskılanarak menopoza sokulan erken evre meme kanseri hastalarında etken maddesi zolendronik asid olan ilacın tedaviye eklenmesi hem hastalığın nüksünü hem de hastalığa bağlı ölümü geciktiriyor. Bu yeni anlayış erken evre meme kanseri hastalarının tedavisinde pek çok onkolog tarafından artık kabul görüyor.

''Hastalığın nüksü 7 ay geciktiriyor!''

16 Ocak 2012

''Meme kanserinin erken tanısında etkinliği kanıtlanmış tek tarama yöntemi ,mamografidir.

Türk Radyoloji Derneği’nden son günlerde meme kanseri tanısında
“ radyasyonsuz yöntem” olarak basında yer alan haberler hakkında basın açıklamasında bulundu. 

Meme kanserinin erken tanısında etkinliği kanıtlanmış tek tarama yöntemi mamografidir.’


Türk Radyoloji Derneği Meme Radyolojisi Çalışma Grubu Raporuna göre;
Kadınlarda en sık ölüme neden olan kanserlerin başında gelen, kadın sağlığını tehdit eden bir hastalı olan meme kanseri ile ilgili 1960 lı yıllardan bu yana erken tanı için çalışmalar yapılmaktadır. Herkes gibi bilim insanları da tek bir düğmeye basarak tüm kanser hücrelerini anında yakalayacak ve yok edecek bir yöntem bulmak isterler. Bu nedenle de bugün tüm dünyada en büyük araştırmalar kanser üzerine yapılmaktadır.

Basında son zamanlarda “meme kanserinde yeni bir tarama yöntemi” bulunduğuna dair yazılar çıkmaktadır. Söz konusu yazılarda “ radyasyonsuz meme kanseri tanısı” yapıldığı iddia edilmektedir. Bu yazılarda mamografi X ışını verdiği ve meme dokusunu sıkıştırdığı için kötülenmektedir. Mamografide kullanılan X ışını çok az miktarda olup dozu insan sağlığı açısından kabul edilebilir sınırlardadır. Sıkıştırma ise meme dokusunun görüntüsünün iyi çıkması için vazgeçilmez bir işlemdir. Zira sıkıştırma sayesinde meme daha az ışın almakta ve görüntüler daha kaliteli olmaktadır.

Yeni denenen yöntemlerin basında yeni ve daha etkin bir yöntemmiş gibi sunulması tehlikeli olabilmektedir. Son gönlerde basında çıkan elektrik impedansı ile çalışan yöntem buna iyi bir örnektir. Bu yöntemin bilimsel olarak kanıtlanmış ve meme kanserini çok erken saptayarak meme kanserinden ölümü azalttığına dair hiçbir kanıt yoktur. Bilimsel makaleler tarandığında böyle bir çalışmaya ulaşılamamaktadır. Kaldı ki bu tip cihazlar birçok normal veya zararsız oluşumları da kansermiş gibi gösterebilmektedirler. Bu durumda hiçbir şikayeti olmayan sağlıklı bir kadında gereksiz yere yeni birçok tetkik yapılmakta veya biyopsi yapılması gerekebilmektedir.

Bu duruma maruz kalan kadınların yaşadığı anksiyete ve sıkıntı göz ardı edilmektedir. Buna eklenen maddi kayıp ta benzer şekilde görülmemektedir. Bu nedenle henüz hiçbir bilimsel dayanağı olmayan yöntemlerin deneysel yöntemler olduğunun bilinmesi ve uygulanacak olan kişilerin de bu konuda aydınlatılması önemlidir. Basının rolü de burada büyüktür. Elektrik empedans yöntemi bilimsel dayanağı olmayan ve meme kanserinin erken yakalanması üzerine etkisi bilinmeyen deneysel bir yöntem olup meme kanseri taramasında hiçbir yeri yoktur.


Ancak günümüze kadar meme kanserinin erken tanısında tarama amaçlı kullanılabilecek mamografiye daha üstün bir teknik geliştirilmemiştir. Birçok yönde çalışmalar yapılmasına rağmen bilimsel olarak kanıtlanmış, meme kanserinden ölümlerde azalmaya belirgin etkisi olduğu gösterilmiş tek tarama yöntemi mamografidir. Kuşkusuz mamografinin X ışını ile çalışması kadınları tedirgin etmektedir. Ancak 1980’li yıllardan beri özellikle batı ülkelerinde çok yaygın olarak kullanılmasına rağmen mamografinin zararlı etkisine ait kanıt yoktur. Verilen X ışını miktarı kabul edilebilir sınırlarda tutulmakta ve teknolojik ilerleme ile de azalmaktadır. Özellikle 1980’li yıllardan sonra mamografinin faydası anlaşıldığından mamografi taraması, ilk olarak batı ülkelerinden başlayarak tüm dünyada yaygınlaşmıştır.

Yapılan tarama programlarının çoğunda tarama ile meme kanserinin erken evrede kontrol edilebileceği ve tarama yapılan kadınlarda yakalanan kanserlerin normal popülasyona göre daha erken dönemde olduğu gösterilmiştir. Genel olarak veriler değerlendirildiğinde Mamografi taraması meme kanserinden ölümü %25-30 arasında azaltmaktadır. Tarama mamografisi sağlıklı kadınlarda klinik bulgu ortaya çıkmadan meme kanserini saptayarak meme kanserinden ölümlerin azalmasını sağlayabilen tek bilimsel olarak kanıtlanmış görüntüleme yöntemidir. Tarama programının amacı meme kanserinden ölümün azaltılması ve ortalama yaşam süresinin uzatılmasıdır. Tarama programına geçen İngiltere ve İsveç de ve yaygın tarama yapılan Amerika da meme kanserinden ölümler 1990’lı yıllardan beri düşmeye başlamıştır. Ölümlerdeki bu azalmanın iki nedeni olmuştur: Bunlardan biri mamografi taramasıdır, diğeri de kemoterapideki gelişmelerdir. Mamografi taramasının bu azalmaya etkisinin kemoterapiye göre daha fazla olduğu ve % 65 oranında olduğu gösterilmiştir.

Tarama mamografisi 40 yaş ve üzeri sağlıklı kadınlarda yapılmalıdır. Ülkemizde yapılan tek çalışmada Türkiye’de meme kanserinin %50‘sinin 50 yaş altında geliştiği izlenmiştir. Bu nedenle 40 yaşdan itibaren her yıl düzenli mamografi kontrolü özellikle ülkemiz kadınları için önem taşımaktadır. Ulusal meme kanseri 2010 konsensus toplantısında 40 yaşdan sonra her yıl düzenli aralıklarla en az 70 yaşına kadar tarama mamografisi yapılması kararı verilmiştir.

TRD YÖNETİM KURULU

http://www.populersaglik.com/radyoloji-dernegi-meme-kanseri-tanisinda-radyasyonsuz-yontem-basin-aciklamasi-haber1497.htm

13 Ocak 2012

Unutkanlık günlük yaşamı etkiliyor.

“Her unutkanlık, hastalık habercisi olmamakla birlikte, kişide kaygı uyandırıyorsa, bunu çözmenin yolu bir uzmana başvurmaktan geçer”

Uzm. Dr. Melek Kandemir.
Bayındır Hastanesi Nöroloji Bölümü

Hafıza bozuklukları ve diğer zihinsel yetilerdeki bozukluklar günlük hayat işlevlerini etkileyecek kadar şiddetli hale geldiği zaman buna demans denir. Demans dışında en önemli unutkanlık nedenleri arasında; tirod bezi hastalıkları, depresyon, metabolik bozukluklar, inme, kafa travmaları, beyin tümörleri, açık kalp ameliyatlarında beyin dokusunun kanlanma azlığına bağlı değişiklikler, vücut direncini kıran birçok hastalık sayılabilir. Bu nedenle geniş bir araştırma yapmak ve doğru teşhisi koymak tedavinin ilk adımıdır. Bu demans benzeri bir tablo ile ortaya çıkan ancak tedavisi mümkün olabilecek durumların gözden kaçırılmaması yönünden çok önemlidir.

Alzheimer Hastalığı, en sık görülen demans türüdür.

Alzheimer tüm demansların %50-70’ini oluşturur. İlerleyici olarak beyin hücrelerinin yıkımı ile ortaya çıkan hafıza, öğrenme ve yargılamadaki bozukluklar olarak görülür. 65 yaşında Alzheimer görülme oranı %3 iken, 85 yaşından sonra %50'lere çıkar. Hastalığın nadir görülen genetik formları da vardır ki burada birçok aile bireyinde hastalık erken yaşta görülebilir. Kesin teşhis ancak beyin dokusunun mikroskobik incelemesi ile yapılmakla beraber, yeni tanısal araçlarla %90 doğruluk ile teşhis konabilir.

Tanı ve Tedavi

Günümüzde Alzheimerın kesin tedavisi mevcut olmamakla birlikte ilaç tedavilerinin, hafıza, yargı ve yeni bilgi öğrenmedeki bozuklukları azaltmada ve geciktirmede yardımcı olduğu, davranışsal bulguların düzeltilmesinde rol oynadığı, hastalığın genel olarak ilerlemesinde de yavaşlatıcı etkileri olduğu düşünülmektedir. Huzursuzluk, isteksizlik, uyku bozuklukları, sanrılar, hayal görmeler ve saldırgan davranışlar için yardımcı ilaçlar da kullanılabilir. Hekim, mevcut tedavi seçenekleri arasından hasta için uygun olanına karar verir.

Hasta ile yapılacak ayrıntılı bir görüşme ve dikkatli fizik, nörolojik ve psikiyatrik muayene ile birlikte aile bireylerinin vereceği bilgiler son derece önemlidir. Depresyon ile demans ilişkisi özel bir önemde ele alınmalıdır. Ardından ‘Nöropsikolojik test' olarak isimlendirilen, başta hafıza olmak üzere tüm zihinsel yetilerin değerlendirildiği bir dizi test uygulanır. Bu testler ile kişinin dikkat ve konsantrasyonu, yakın ve uzak hafızası, dil yetileri, düşünce oluşum hızı, el-göz koordinasyonu, görsel becerileri, tasarlama, karar verme, soyutlama yetileri değerlendirilir. Beyin bilgisayarlı tomografisi veya manyetik rezonans görüntüleme ile beyin içinde işlevleri bozabilecek bir başka sorun (tümör, kanama vs) olmadığından emin olunur. Belirli demans sendromları için özel beyin görüntüleme bulguları açısından değerlendirilir. Elektroensefalografi incelemesi yapılarak dikkat, konsantrasyon ya da algıyı bozabilecek ilave bir sorun olup olmadığı araştırılır.

Geniş bir laboratuvar değerlendirme ile tiroid bozuklukları, vitamin eksiklikleri, metabolik bozukluklar, altta yatan bir kronik enfeksiyon gibi demansa sebep olacak diğer etkenler araştırılır. Bulgular değerlendirilerek tanı konur, hastalığın tedavi ve takibini içeren süreç başlatılır. Hastanın sahip olduğu kalp-damar hastalıkları, diyabet gibi sistemik hastalıkların da kontrol altında tutulmasının, demansın seyrini ve yaşam kalitesini doğrudan etkileyeceği bilinmeli ve bu açılardan da takip edilmelidir. Akılda tutulması gereken en önemli nokta, belirtileri birbirine çok benzer olan bazı hastalıkların sebeplerinin, tedavi yöntemlerinin ve tedaviye cevaplarının çok farklı olduğudur.

Normal yaşlanmada, zaman zaman hatırlamada güçlükler olabilir ancak Alzheimerda bu, giderek şiddetlenen ve günlük yaşam işlevlerini etkileyen bir durumdur. Hastalığın erken devrelerinde unutkanlık, kelime bulma güçlüğü ve günlük işlevlerde zorluklar, yardıma ihtiyaç baş gösterir. Hastalık ilerledikçe, huzursuzluk, kafa karışıklığı, isteksizlik, uyku bozuklukları, sanrılar ve hayal görmeler gelişir. Son dönemlerinde, hastanın yakınlarını tanıması ve iletişimi bozulur.

İlaç kullanımı ile birlikte hastanın yaşam şartlarının ona uygun hale getirilmesi de tedavinin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Çevre değişikliği, yolculuklar, hastane yatışı, eve yeni kimselerin gelişi, demansı olan hastaları çok çabuk huzursuz edebilir. Bu nedenle mümkün olduğunca çevrelerini sabit tutmak, günlük alışkanlıklarını korumak için çaba sarf edilmelidir. Görebileceği bir yerde zamanı hatırlatacak bir takvim ve saat bulundurmak, tehlike teşkil edecek kesici, yanıcı eşyaları kolay ulaşabileceği yerlerde bulundurmamak, kontrolsüz olarak evden dışarı çıkmasını engellemek gerekir.

Aileler için de destek ve tedavi programları uygulanmalıdır.

Ailede Alzheimer gibi, uzun süreli, ciddi fiziksel ve zihinsel yıkıma sebep olan bir hastalığa sahip bir birey bulunduğu zaman, bundan, başta hastaya bakım verenler olmak üzere tüm aile etkilenir. Bu nedenle hastalar için olduğu gibi aileler için de destek ve tedavi programları uygulanmalıdır.

Hafıza Bozuklukları Ünitesinin Amacı

*Hafıza ve diğer zihinsel yetilere ait şikayetleri, davranış değişikliklerini değerlendirip yakınmaların bir demans süreci ile ilişkili olup olmadığını teşhis etmek,
*Depresyon, dikkat eksikliği gibi demans dışı nedenlerden kaynaklanan yakınmalara uygun tedaviyi önermek,
*Demans tanısı konursa, nedenini saptayarak, tedavisi mümkün olanlarda hızla tedaviye başlayarak yakınmaları düzeltmek,
*İlerleyici olan durumlarda gereken önlemleri almak, planlanan tedaviyi uygulamak, hastanın ve yakınlarının uygun biçimde yönlendirilmesini sağlamaktır.

Kimler Hafıza Bozuklukları Ünitesine başvurmalı?

*Yeni bilgi edinme ve hatırlamada zorluk çekenler;
*Yemek yapmak, evin düzenini sürdürmek, araba kullanmak, karar vermek, bütçelerini planlamak gibi önceden yaptıkları *işleri yapmakta zorlananlar, bulunduğu yeri, yolu şaşıranlar.
*Eskisine nazaran daha durgun olanlar, ya da kontrolsüz davranışlar gösterenler.
*Konuşmalarında tutukluk, kelime bulma güçlüğü olanlar.

11 Ocak 2012

Venöz Tromboemboli-Pıhtı Atması

Hastanede yatan hastalarda önlenebilir en sık ölüm nedeni venöz tromboemboli (VTE) ‘dir.

Anadolu Sağlık Merkezi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Esra Sönmez Duman uyarıyor: Halk arasında “pıhtı atması” olarak tanımlanan VTE’den korunmanın en etkin yolu, risk taşıyan hastalarda önleyici tedavi uygulamasıdır.

Hastanede yatan hastaların, yatışa sebep olan hastalık dışındaki ölüm nedenleri arasında %10’luk oranla birinci sırada yer alan VTE hakkında hastaların bilinçlenmesi ve VTE önleyici tedavisinin yapılıp yapılmadığı sorgulaması sağlıklı bir nekahat dönemi geçirmeleri için büyük önem taşıyor.

Günümüzde, tüm dünyada hastaların yatış sürecinde, hastalıkları dışında VTE riski açısından değerlendirilmesi, risk grubunda olan hastalara uygun önleyici tedavinin verilmesi hasta güvenliği hedefi olarak belirlenmiştir. Bu konu sağlık hizmetlerinde bir kalite göstergesi olarak da kabul edilmektedir.

Dr. Esra Sönmez Duman, hastalıkla ilgili şu bilgileri veriyor: “Özellikle ortopedik cerrahi hastalarında emboli riski çok yüksek olduğu için bu hastalarda önleyici tedavi uzun süredir standart olarak uygulanmakta. Hastanede yatarken kaybedilen hastaların ölüm sebeplerini araştıran çalışmalarda; cerrahi bilimlerden daha sık oranda dahili bilimler hastalarının VTE’den kaybedildikleri görüldü ve risk değerlendirmesinin önemi vurgulandı.” Uygun VTE önleyici tedavisi yapılmayan hastalarda ortaya çıkan ve öldürücü olabilen akciğer embolisinin en önemli belirtileri nefes darlığı, göğüs ağrısı, balgamda kan, çarpıntı, ateş, ani bayılma, morarma olabiliyor. Bazen de hiç belirti vermeden büyük bir pıhtı koparak, akciğer atardamarını tamamen tıkıyor ve kalp aniden durabiliyor. Bu nedenle emboli tanısı akla geldiğinde, doğrulamak için testler ve görüntülemeler ile zaman kaybetmeden hızla tedaviye başlanması gerekiyor.

Kimler risk grubunda?



• Yaşlılar (40-60 yaş grubu daha az riske sahipken, 60-70 yaş grubunda risk ilk gruba göre iki kat, 75 yaşın üstünde ise beş kata yakın oranlarda artabiliyor.)
• Obez hastalar
• Uzun anestezi süresi gereken cerrahi geçirmiş hastalar
• Önceden tromboemboli geçiren veya kanda pıhtılaşma eğilimi olanlar
• Hastanede yatan çok ağır enfeksiyon hastaları (akciğer, batın, kemik enfeksiyonu, sepsis)
• Ağır astım ve kronik obstrüktif akciğer (KOAH) hastaları
• Yatak istirahati uzayan veya yatağa bağımlı olanlar
• Tüm kanser hastaları
• Yoğun bakım hastaları
• Gebeler
• Doğum kontrol hapı gibi estrojen içerikli ilaçlar kullananlar

Anne adaylarında emboli riski

Anne adaylarında değişen hormonal dengeler emboliye yatkınlığı artırıyor. Ayrıca bebeğin artırdığı karın içi basınç, kanın bacak toplardamarlarından kalbe geri dönüşünü yavaşlatıyor. Gebelikte embolinin öldürücü olabildiğini belirten Dr. Duman, “Bu dönemde VTE belirtileri çok net olmayabiliyor. Anne adayları nefes darlığı ve kalp çarpıntısı gibi yakınmaları gebelik nedeniyle yaşadıklarını düşünebiliyor, bu yakınmalar hekimler tarafından da göz ardı edilebiliyor. Gebelikte VTE riski her zaman akılda tutulmalı ve beklenenin dışında nefes darlığı, çarpıntı, göğüs ağrısı, ateş gözlenen gebelerin VTE açısından da değerlendirilmesinin ihmal edilmemesi gerekiyor. Gebelikte rutin VTE önleyici tedavi önerilmemekle birlikte eğer anne adayının önceden bilinen, pıhtılaşmaya genetik bir yatkınlığı varsa veya daha önce VTE geçirmişse, gebelik boyunca önleyici tedavi alması öneriliyor.”

BEBEKLERE 1 YAŞINDAN ÖNCE TUZ YASAK!


Bebeklere ek besin verirken son derece dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü basit gibi görülen hatalar ileri yaşlarda ciddi sağlık sorunları oluşturabiliyor. Örneğin bebeklere 1 yaşından önce verilen tuz damarlarda birikerek erken yaşta hipertansiyon hastası olmalarına yol açabiliyor.

Bebeklerin ilk 4-6 aylarına kadar sadece anne sütüyle beslenmeleri, ardından da mutlaka ek besinlere başlamaları öneriliyor. Ancak ek besinlere 4. aydan önce kesinlikle başlanmaması gerekiyor. Bunun nedeni ise bebeklerin mide-bağırsak sistemi ve böbrek fonksiyonları yeteri kadar olgunlaşmadığı için bu dönemde ek besinleri almaya hazır olmamaları. İnek sütü ve buğday unu gibi ek besinlere erken başlamanın en büyük riski ise bebekte besin alerjisine yol açabilmesi! Bunun aksine ek besinlere geç başlandığında ise yetersiz enerji ve protein alımına bağlı enfeksiyon riskinin artması, demir eksikliğine bağlı anemi, katı besinleri ve çiğnemeyi öğrenememe ile yetersiz vitamin – mineral alımına bağlı büyüme- gelişme geriliği gibi pek çok ciddi tablo ortaya çıkabiliyor.

 International Hospital’den Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Şebnem Ersoy, bebeklere ek besin verirken son derece dikkatli olunması gerektiğini belirterek, “Çünkü basit gibi görülen hatalar ileri yaşlarda ciddi sağlık sorunları oluşturabiliyor. Örneğin bebeklere 1 yaşından önce verilen tuz damarlarda birikerek erken yaşta hipertansiyon hastası olmalarına yol açabiliyor. ” uyarısında bulunuyor!
TUZLU BESİNLER DAMARLARA ZARAR VERİYOR!



Bebeklerin beslenmelerinde yapılan en sık hatalardan biri, tuzlu besinler yedirmek oluyor. Yapılan araştırmalar, Türkiye’de bebeklerin yüzde 60’ının 1 yaşından önce evde yetişkinler için yapılan salçalı, tuzlu ve baharatlı yemekleri yediğini gösteriyor. Oysa bebeklere 1 yaşına gelinceye dek tuzlu hiçbir besini tattırmamak gerekiyor. Çünkü bebeklik dönemi aşırı sodyum, dolayısıyla tuz tüketimine bağlı ileri yaşlarda oluşacak tansiyon hastalığı yönünden hassas ve belirleyici bir dönem. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir çalışmada, doğumdan itibaren 15 yaşına kadar kan basınçları izlenen bebeklerin, ilk 1 yaşta diyetlerinde yüksek oranda tuz bulunanların, düşük tuz içerenlere göre kan basınçları daha yüksek bulundu. Çünkü bebeklik döneminde aşırı tuz, yani sodyum tüketimi kan basıncını yükselterek aort ve koroner damarlarda erken dönemde damarsal değişikliklere ve dolayısıyla kalp –damar ile böbrek hastalıklarına zemin hazırlıyor. Bunun sonucunda da bebeğin yetişkinlik dönemine geldiğinde daha erken yaşta, hatta çocukluk çağında bile tansiyon hastası olmasına yol açabiliyor!

YARIM ÇAY KAŞIĞINDAN AZ ALMALI!

SEDEF HASTALIĞINDA EŞ ZAMANLI UYGULANAN PSİKOLOJİK TEDAVİLER SONUÇLARI POZİTİF ETKİLİYOR

Dermatolojik hastalıkların çoğu, başkaları tarafından görülebilir olmaları nedeniyle hastanın yaşam kalitesini hem kişisel, hem de topl...