19 Temmuz 2012

Tükenmiş kalp kök hücre ile hayat buluyor.


İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde kurulacak olan laboratuarda kök hücreden faydalanarak, yeni bir tedavi yöntemi geliştirilecek. 

Kalp yetmezliği tedavisinde dünya genelinde 100’ün üzerinde hastanın kök hücre sayesinde iyileştiğine dikkat çeken Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Keleş, “Kalp damarlarının hastalığına bağlı oluşan kalp yetersizliği tedavisinde artık mutlu sona ulaşıldı. Neredeyse organ nakline bile ihtiyaç bırakmayacak kadar olumlu sonuçları olan kök hücre tedavisini uygulamak için biz de laboratuar çalışmalarına başladık. Eğer bir kalp kası bölgesi bozulursa, kasılmaz ve kan akışı sekteye uğrar. Bu bozulma düzelmezse, kalp yetersizliği baş gösterir ki maalesef bu durum hastayı, kalp nakli olmazsa tedavi edilemeyecek bir noktaya kadar ulaştırır. Oysa bu yeni kök hücre çalışmasıyla tükenmiş bir kalbe yeniden hayat veriyorsunuz. Ameliyat şansı olmayan hastaları düşünün. O ölü doku ya da cansız hücreler tekrar canlanıyor. Adeta yeni bir kalp takmış gibi cansız atan kalp gümbür gümbür atıyor.” dedi. Prof. Dr. Keleş, insanlarda da başarılı sonuçlar alınan bu çalışmalarda herkesin bildiği kemik iliği kök hücrelerinin de rahatlıkla kullanıldığını ifade etti.


Kalp Yetersizliğine Güncel Bakış

Editörlüğünü yaptığı “Kalp Yetersizliğine Güncel Bakış” adlı kitabında kalp hastalıklarıyla ilgili bilimsel gelişmelere yer veren Prof. Dr. İbrahim Keleş, kök hücre tedavisiyle ilgili yürütülen çalışmaları şöyle anlattı: “Bilim bugün, kalp yetersizliğinde yerel kök hücrelerin hastalığın ilerlemesini durdurmada çok sınırlı bir fonksiyonu olduğunu göstermiştir. Bu acaba kalp yetersizliğinde kök hücre tedavisi etkili değil mi, sorusunu da beraberinde getirdi. Ancak özellikle hayvan deneyleriyle genişletilen çalışmalar gösterildi ki, kalbin yerel kök hücreleri değil ama diğer dokulardan alınan kök hücreler etkili oluyor. Yani hem kalbin fonksiyonunun tamiri hem de hasarın ilerlemesini engellemek amacıyla diğer dokulardan öncü hücrelerin nakledilmesi işe yaradı. Çalışmalar gösterdi ki bu hücreler sadece hasarlı hücrelerin yerini almakla kalmayıp aynı zamanda kalbin kendi yerel hücrelerinin fizyolojisini de değiştirmektedir.” Prof. Dr. Keleş, “Şimdi dünyada artık rutin bir tedaviye dönüşmeye başlayan bu yöntemle ilgili, üniversitemizde çalışmalara başlamayı sabırsızlıkla bekliyoruz” diye konuştu.

03 Temmuz 2012

Şişmanlık Erkekte Kısırlığa Yol Açıyor !


Spermlerle ilgili problemler çiftlerin gebe kalma oranlarını azaltıyor. Erkeklerde aşırı kilonun sperm sayısını azalttığı gösterildi. Ayrıca spermlerin dölleme fonksiyonlarında da bozulma olduğu için kısırlık oranında artma ortaya çıkıyor. Problemli spermlerle yapılan tüp bebek uygulamalarında başarı şansı % 50 düşüyor.


'OBEZİTEYE HAYIR'

Prof.Dr.Timur Gürgan kısırlık sorunu olan çiftleri Sağlık Bakanlığının 'Obeziteye Hayır ' kampanyasına aktif olarak katılmaya davet ediyor.

Erkekte her boşalmada  20-100 milyon sperm atılmakta bu spermlerden ancak bir tanesi yumurtayı döllemektedir.. Sperm hücreleri gelişmeleri sırasındaki başta erkeğin konuyla ilgili genetik kodlamaları olmak üzere çeşitli hormonal ve çevresel faktörlerce etkilenerek yumurtayı dölleme fonksiyonu kazanmaktır. Bu fonksiyonlardaki düşüklük döllenen yumurtanın gelişmesini bozmakta ve gebelik oluşturma kabiliyetini azaltmaktadır. 


Erkeğin yaşı, hayat tarzı, kilosu, stres,  sigara ve alkol  kullanımı ve genetik yapısı sperm kalitesini belirleyerek  dölleme yeteneğini etkilemektedir. Faktörlerdeki olumsuzluk çiftin gebe kalmasını önleyebilmekte ayrıca tüp bebek başarı şansını önemli derecede azaltmaktadır. Bu şekilde ortaya çıkan sperm sorunları tüp bebek tedavilerinin başarı şansını da azaltmaktadır.

Son yapılan çalışmalarda ideal kilodan uzaklaşarak obezite ( şişman ) kiloya ulaşan erkeklerde sperm sayısında azalma ile birlikte spermlerin dölleme fonksiyonlarında düşme olduğu tespit edildi. Bu erkeklerde yağ metabolizmasında ortaya çıkan dengesizlik testislerde kaliteli, dölleme kabiliyeti yüksek sperm yapımını etkiliyor. Sperm genetik fonksiyonlarında sorun ortaya çıkıyor. Bu problemler spermlerin yumurtaları döllemesini engelleyerek kısırlığa yol açıyor. Gebelik oluşsa dahi düşük oranlarındaki artma çiftlerin sağlıklı çocuk sahibi olmalarını engelliyor.

Şişmanlık sigara kullanımı, stres, genetik yatkınlıkla birleştiğinde; çiftler çocuksuzluk sorununu daha derinden yaşıyorlar.

Hayat tarzındaki değişiklilerle beslenmenin düzeltilmesi, yeterli hareket ve ekzersiz ve programlı kilo kaybıyla ideal kiloya ulaşmanın sperm fonksiyonlarını düzelttiği ve gebelik oranını arttığı bulundu. Özellikle... yağların kullanımın durdurulması ve omega-3 içeren bitkisel yağların tercih edilmesi spermde oluşan sorunları gideriyor.

Bu nedenle sperme bağlı kısırlık sorununu azaltabilmek için çiftleri Sağlık Bakanlığı'nın başlattığı 'Obeziteye Hayır ' kampanyasına katılmalarını ve aktif rol oynamalarını tavsiye ediyorum.''

13 Haziran 2012

Çocuklarınızın sağlıklı gelişimi için vitamin ve minerali ihmal etmeyin…


Çocukların gelişimlerinde ve sağlıklı bir şekilde büyümelerinde vitamin ve mineral açısından yeterli beslenmelerinin çok büyük önemi olduğu biliniyor. Vitamin ve mineral eksikliği, çocukların sağlıklarının yanı sıra günlük yaşamlarını ve gelişimlerini bile etkileyebiliyor. Ne yazık ki bazı anneler, çocuklarının iştahsızlığı yüzünden bazıları da çocuklarının vitamin ve mineral açısından zengin yiyecekleri sevmemesinden dolayı sorun yaşıyor.

Ülkemizde yıllardır çeşitli hastalıklara karşı koruyucu aşı, çocuk aşıları, reçetesiz ilaçlar ve gıda takviyeleri alanlarında faaliyet gösteren Keymen İlaç’ın Pazarlama Müdürü ve Eczacı Duygu YILMAZ, çocuklarda yeterli ve sağlıklı beslenme ile ilgili sorularımızı yanıtladı.

Çocuklar günlük öğünlerinden yeterince vitamin alabiliyorlar mı?

Çocukların günlük vitamin ve mineral ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için sağlıklı beslenmeleri çok önemli. Öğün atlamadan düzenli beslenmeleri gerekir. Ancak depolama, hazırlama, işleme ve ısı işlemleri, besinlerin içeriğindeki vitaminlerin stabilitesini etkiliyor. Besinlerin çoğu pişirilerek tüketildiğinden toplumun beslenme durumunun değerlendirilmesinde ve iyileştirilmesinde işleme, depolama, hazırlama ve pişirme sonucunda oluşan vitamin kayıp oranlarının bilinmesi gerekiyor. Bu kayıplar nedeniyle vitamin açısından zengin bir yiyecek bile bazen çocukların günlük beslenme ihtiyacını karşılamaya yetmeyebiliyor. Öte yandan hızla artan nüfus, modern ve hızlı yaşam nedeniyle uygulamaların ve alışkanlıkların değişmiş olması, yeni beslenme sorunlarının ortaya çıkmasına yol açıyor. Fast food, rafine edilmiş gıda tüketimindeki artış, taze meyve sebzelerin yerine, bekletilmiş ve stoklanmış yiyeceklerin kullanımı, beslenme eksikliğine bağlı hastalıkların oluşumuna zemin hazırlayabiliyor.

Fast food ve abur cuburla beslenme alışkanlığı, sağlığımızı nasıl etkiliyor?

Fast food yiyecekler ile beslenme alışkanlığı, hızlı yaşam temposu sebebi ile doğdu ve sonra da bir endüstri ve yaşam tarzı haline geldi. Bugün özellikle ülkemizde bu tip beslenme, okul öncesi çocuklara kadar inmiş durumda. Fast food tipi beslenme, yüksek enerjili, kalorili ve besleyici değeri yeterli olmayan bir beslenme biçimi… Sağladığı kalorinin büyük bir kısmı yağlardan geliyor. Vitamin ve mineral düzeyi düşük, karbonhidrat ve tuz (sodyum) oranı yüksek bu tür yiyecekler ile beslenenlerde hipertansiyon, şişmanlık, diyabet ve pek çok sindirim sistemi hastalığının yanı sıra, vitamin-mineral eksikliği problemlerinin de karşımıza çıkması olası…  

 Vitamin nedir ve vitaminlerin vücudumuza yararları nelerdir?

Vitaminler, hücresel metabolik reaksiyonlar için gerekli olan, eksikliklerinde bazı sorunlara neden olan organik bileşiklerdir. Pek çok vitaminin, insan vücudu tarafından üretilemediği ya da yeterli miktarda üretilemediği için besinlerle dışarıdan sağlanması gerekir. Vitaminler, organizmada birçok biyokimyasal ve fizyolojik sürece katılarak vücudun normal çalışmasında rol oynar.

A vitamini: Enfeksiyonlara karşı direnci artırır normal büyüme, üreme, kemik, diş gelişimi ve görme için gereklidir. Sağlıklı cilt ve tırnaklara kavuşmamızı sağlar.
B1 Vitamini: Kasların ve sinir sisteminin faaliyeti için gereklidir. Yetersizliğinde iştahsızlık, huzursuzluk, bellek zayıflığı ve dikkat azalması görülebilir.
B2 Vitamini: Vücudun enerji üretiminde görevi vardır, düzenli alımı önemlidir.

B3 Vitamini
: Protein, yağ ve karbonhidrat metabolizması için gerekli olan bir vitamindir. B3 vitamini kan dolaşımını düzenler, sağlıklı bir deri sağlar ve santral sinir sisteminin çalışmasına yardımcı olur.

B6 Vitamini: Karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasında yer alır. Hormonlar, kırmızı kan hücreleri, sinir hücreleri ve enzimlerin oluşumunda rol oynar. 

C Vitamini: Güçlü bir antioksidandır, bağışıklık sistemini güçlendirir. Diş etlerinin ve diş sağlığının korunmasında yardımcı olur. Demirin emilimi ve kollajen yapımında görev alır.

D Vitamini: Kemik gelişimine yardımcıdır, sağlıklı diş yapısının oluşumuna ve korunmasına destek olur.
E Vitamini: Yine güçlü bir antioksidandır, serbest radikallerin hasarına karşı vücudu korur.

Çocukların özellikle hangi mineralleri almaları gerekir?

Mineraller; büyüme ve gelişme, yaşamın sürdürülmesi ve sağlığın korunması için ihtiyaç duyduğumuz, dışarıdan almamız gereken inorganik maddelerdir. Çocukların sağlıklı büyüyebilmek için besinlerden alabilecekleri tüm minerallere yeterli oranda ihtiyaçları vardır. Ancak çinkoya ayrıca değinmek gerektiğini düşünüyorum.
Çinko: Çocukluk çağında ihtiyaç duyulan ve vücudumuzda pek çok metabolik fonksiyonun yerine getirilmesinde görevli 300’den fazla enzimin yapısında yer alan bir mineraldir. Çinko eksikliği, özellikle bağışıklık sistemini, bağırsakları ve cildi etkiliyor. Bu eksiklik çocuklarda iştahsızlık, ishal ve kilo kaybına neden oluyor. Bağışıklık sistemi etkilenen çocuklar sık sık enfeksiyon geçiriyor. Çinko eksikliği olan çocukların hastalıklara yakalanma riski artıyor. Bu çocuklarda ayrıca büyüme geriliği de görülebiliyor.

Omega-3:  IQ üzerinde olumlu etkileri saptanan omega-3, çocuklarda beyin gelişimini destekliyor, öğrenme ve konsantrasyonu olumlu yönde etkiliyor, problem çözme yeteneğini artırıyor, matematiksel zekânın, okuma, telaffuz ve yazma becerisinin artmasına da yardımcı oluyor. Tüm bunların yanı sıra kalp, damarlar ve gözlerin sağlıklı gelişmesinde önemli rol oynuyor.

Çocuklarının tüm bu vitamin ve mineralleri alarak büyümesini isteyen ebeveynlere ne tavsiye edersiniz?  

Daha önce de belirttiğim gibi besinlerin sofraya gelene kadar geçtiği depolama, hazırlama, işleme ve pişirme gibi işlemler besin değerlerinde kayba neden olabiliyor. Bu olmasa bile kimi çocuklar vitamin ve mineral açısından değerli besinleri yemek istemeyebiliyor ya da iştahsız olabiliyor. Bu durumda biz annelere çocuklar için özel olarak hazırlanan Octamar Omega-3 ve Çinko Takviyeli Vitamin Şurubu’nu öneriyoruz. Octamar Şurup; C, B1, B2, B3, B6, A, E, D3 vitaminlerinin yanı sıra omega-3 yağ asitleri ve çinko içeriyor. Enerji verici, iştah açıcı özelliklere sahip olan Octamar, zihinsel ve bedensel gelişime de destek oluyor. Üstelik portakal tadında olduğu için çocuklar  tadını çok seviyor.

28 Mayıs 2012

Erken düşen süt dişleri gelişim problemlerine yol açıyor…

Süt dişlerinin çürük nedeniyle zamanından önce kaybedilmesi, çocuklarda büyüme ve gelişim sürecinde önemli problemlere yol açıyor. Erken düşen süt dişleri, arkadan gelen dişlerin geç gelmesine hatta hiç gelmemesine bile sebep olabilir…

Diş Hekimi Ceylan Alioğlu Uludağ
İstanbul Ortodonti Merkezi

Çocuklarda ağız ve diş hastalıklarının tedavileri koruyucu diş hekimliğinin temelini oluşturur. Çocuklarda süt dişleri 6 ay - 3 yaş arasında sürmeye başlamaktadır, bunu izleyen karma diş dizisi 6-12 yaş arasında, büyüme ve gelişimin en aktif olduğu döneme rastlar. Bu dönemde beslenme alışkanlıklarının dengeli olması çok önemlidir. Sık gördüğümüz diş çürüklerinin başlıca nedeni, şeker ve nişastadan zengin yiyeceklerin bolca tüketilmesidir. Elbette ki, çocukları günlük besin ihtiyaçlarından biri olan şekerli ve nişastalı besinlerden tamamen uzaklaştırmak imkansız. Önemli olan bu besinlerin sık aralıklarla tüketilmesinden kaçınmak, mümkün olduğunca ana öğünlerle birlikte tüketilmesini sağlamak ve fırçalama alışkanlığını kazandırmaktır.

Gece sütüne dikkat…
Özellikle gece uykudan önce bebeklere biberonla süt verilmemesi ve sütün içine bal, pekmez, reçel gibi şekerli besin ilavelerinden kaçınılması gereklidir. Ancak bu tip alışkanlığı olan çocuklarda biberon çürükleri adı verdiğimiz çürüklerin oluşmaması ve çürük yapıcı besinleri arındırmak açısından yatmadan önce diş fırçalamak veya en azından bir bardak su içirilmesi oldukça önemlidir.

Süt dişlerini önemseyin…
Daimi dişlere oranla daha çok organik madde içeren süt dişleri, daha kolay ve hızlı çürürler. Süt dişlerine kısa süre içinde değişecek diş gözüyle bakan aileler, çocuklarının geleceklerini de tehlikeye atıyor. Süt dişlerinin çürük nedeniyle zamanından önce kaybedilmesi ile çocukta büyüme ve gelişim sürecinde önemli problemlere yol açar. Süt dişlerinin erken kaybı ile daimi dişlerde sürme zamanlarında gecikmeye hatta sürememelerine neden olur. Daimi dişlerde meydana gelebilecek bu sorunlar, büyüme ve gelişim sürecinde çene yapısında bozukluklara ve dişlerde çapraşıklıkların da sebebidir. Bu yüzden süt dişlerini önemsemeli ve alttan yeni dişler gelene kadar ağızda sağlıklı bir biçimde kalması için çaba harcanmalıdır.

Elektrikli fırça mı manuel fırça mı?
Aileler çocukların diş fırçalama alışkanlığı kazanması için büyük çaba harcıyor. Doğru diş fırçalama alışkanlığını küçük yaşta kazanan çocuklar, sağlıklı ve temiz bir ağıza sahip olabiliyor. Çocukların tüm dişleri ortalama iki dakikada fırçalanabilir. Ancak önemli olan nokta fırçalama süresinden çok yapılan temizliğin kalitesi ve etkinliğidir. Bu dönemde çocukları motive etmek amacıyla kısa bir süre için elektrikli veya pilli fırçalar kullanmak uygun olabilir. Ancak çocukların el becerilerinin gelişmesi amacıyla manuel fırçanın kullanımından vazgeçilmemelidir. Çocuğun ileri yaşantısındaki ağız sağlığının temeli bu yaşlarda atılacağından, gerek ebeveynler gerek hekimler tarafından manuel fırça ile doğru fırçalama tekniklerinin öğretilmesi çok önemlidir.Fırçadaki kılların kenarları yıpranmış, eğilmiş ise fırça yenilenmesi gerekir.Ayrıca fırça başlarının temiz kalması için fırça başları için özel olarak üretilmiş saklama kaplarının kullanılmasını öneriyoruz.

6 ayda bir periyodik kontroller yapılmalı!
Çocuklar da yetişkinler gibi 6 ayda bir periyodik kontroller ile diş hekimi tarafından kontrolü yapılmalı.Bu kontrollerde dişlerin sürme zamanları, fırçalama alışkanlıkları, çenelerin gelişimi ve kapanışı ve yapılan parmak emmek, kalem ısırmak, dudak ısırmak, tırnak yemek gibi yanlış alışkanlıklar incelenmelidir. Bu tip alışkanlıkları olan çocukların aynı zamanda bir ortodontist tarafından muayene edilmeleri gerekmektedir. Bunun dışında diş hekimi veya pedodontist (çocuk diş hekimi), yapılacak 6 aylık rutin kontrollerde gerekli koruyucu uygulamalar hakkında da aileleri bilgilendirecektir. Koruyucu uygulamalar arasında fissür örtücüler (daimi dişilere koruyucu dolgular), flour uygulamaları, yer tutucular ve bazı alışkanlık kırıcı aparey yapımları girmektedir .

22 Mayıs 2012

 

Ödemler pek çok hastalığa işaret edebilir

 Son günlerde kendinizi balon gibi hissediyorsanız, kilo almadığınız halde  kıyafetleriniz üzerinize olmuyorsa, parmaklarınızın şişliğinden yüzük bile takamıyorsanız bu şikayetler vücudunuzda ödem yani şişlik olduğu anlamına geliyor.


Memorial Etiler Tıp Merkezi Dahiliye Bölümü'nden Uz. Dr. Murat Görgülü , vücuttaki ödemi azaltmanın yolları hakkında bilgi verdi.

Kronik hastalığınız varsa özellikle dikkat edin

İnsan bedeninde damar içerisinde dolaşan sıvıların damar dışına çıkması ve doku araları ile cilt altında birikmesi sonucunda ödem durumu gelişir. Alınan su ve tuz miktarı vücutta şişme ve ödem gelişiminde çok önemlidir. Gözle görülür bir ödem yani vücutta su toplaması olduğunda 3 litre kadar fazla sıvı vücutta birikmiş demektir. Ödemin oluşumunda böbrekten su ve tuz tutulumu önem taşır. Vücutta sıvı birikimi, bölgesel ya da tüm vücudu içerecek şekilde genel olabilir, bunların nedenleri farklıdır. Ödemin bölgesel dağılımı, nedeni hakkında önemli fikirler verir.
 
Ödemler pek çok hastalığa işaret edebilir.

İnsan vücudunda belli bir bölge ya da organ ile sınırlıdır. Örneğin tek bacak, tek kol, iki bacak, göz, dudak gibi, tek kol ve tek bacak ödemlerinde o bölgede lenf akımının aksaması önemlidir. Tıkayıcı bir kitle, enfeksiyon ya da damar tıkanıklığı buna yol açabilir. Her iki bacak şişmesi aşırı varisler, kalp yetersizliği, lenfatik tıkanıklık, sürekli oturma ve hareketsizliğe bağlı olabilir. Yüz, dudak ve gözde oluşan ödemlerin de en sık nedeni, alerjik reaksiyonlar ya da kanda protein düşüklüğü olabilir. Kalp ve karaciğer gibi organ yetersizliklerinde de karın zar ve akciğer zarında sıvı birikimi olur; ayrıca bazı kanserlerin yayılması sonucunda karın ve akciğer zarlarında sıvı birikimi sıkça gözlenir. Ödemin süresi yaygınlığı ve kişide ek bir rahatsızlık olup olmaması tanıda ve tedavide büyük önem taşır.

1 gram tuz 200 ml. sıvı birikmesine neden olur.

İnsan vücudunun büyük bir bölümünü içine alan ya da tüm vücudu kaplayan yumuşak doku şişmesine yol açan, sıvı birikimleridir. Her iki bacakta oluşan ödem uzun süre ayakta kalmaya bağlı olabilir. Bunda fazla tuz tüketimi çok önemlidir, fazladan alınan 1 gr tuz vücutta 200 ml sıvı birikmesine yol açar. Kalp yetersizliğinde de her iki ayakta şişme erken bir bulgudur. Kalp yetersizliğinde akciğerlerde de sıvı birikerek nefes darlığına yol açabilir.

Sabah kalktığımızda oluşan göz çevresi şişmesinde özellikle böbrek hastalıkları ve azalmış tuz atılımı düşünülmelidir. Böbrek rahatsızlığı dışında ileri derecede karaciğer yetersizliği de bu tip ödeme neden olabilir. Özellikle protein kaybına yol açan “nefrotik sendrom”da tüm yüz ve vücutta şişme olabilir. Ayrıca tüm vücutta şişmeye yol açan en önemli nedenlerden biri de alınan besinlerdeki tuz ve kimyasal madde miktarıdır. Normalde alınması gereken tuz miktarı, yaşa ve aktiviteye göre değişir ancak daha öncede söylediğimiz gibi aşırı tuzlu besinlerin tüketilmesi ile yeterli miktarda tuz böbreklerden atılamazsa vücutta sıvı birikmeye başlar. Öncelikle ayak bileği, göz çevresi gibi yumuşak doku bölgeleri şişmeye başlar. Hazır soslar, yapay tatlandırıcılar, bazı baharatlar, alkollü içecekler, bol kafeinli içecekler vücutta ödem oluşumunu artırır. Birçok ağrı kesici ilaç ve romatizma ilacı da vücutta su ve tuz tutarak ödeme yol açar. Birçok hormon ilacı, özellikle de kortizonlu ilaçlar vücutta aşırı su ve tuz tutulumuna neden olur. Aşırı hareketsizlikte lenf dolaşımını ve toplardamar dolaşımını azaltacağı için özellikle kollarda ve bacakta şişme yapar. Hep aynı pozisyonda kalan yaşlılarda yerçekiminin etkisi ile sıvı altta kalan bölümlerde toplanır, bu yalancı bir ödem görüntüsü verebilir.


Sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz ödemi azaltmak için çok önemli

Başlıca tedavi ödeme neden olan durumun ortadan kaldırılmasıdır. Örneğin fazla tuz alımının engellenmesi, alkol alınmaması, hazır besin ve soslardan uzak durulması, sigara ve kafeinli içeceklerin azaltılması en önemli hususlardır. Alınan ağrı kesici ve romatizma ilaçlarının dozu ayarlanmalıdır. Eğer kişide hareket eksikliği ve aşırı durağanlık var ise mobilizasyon, lenf ve kan dolaşımını artıracağı için ödemin azalmasına yardımcı olur.


Mutlaka bir doktora danışın

Eğer kişide vücutta sıvı birikimine yol açan herhangi bir hastalık öncelikle bu hastalığın tespit edilmesi ve buna yönelik tedavi yapılması temel prensiptir.

Kalp yetersizliği olan hastada tansiyon ve kalp atımının düzenlenmesi ve idrar söktürücü tedavi yapılması birinci derecede önemlidir. Hastanın idrarının artması ile ödem azalmaya başlar ancak bu ilaçların yan etkileri çok dikkatli olarak takip edilmelidir, fazla idrar söktürücü kullanımı aşırı tuz ve su kaybına yol açabilir, bu da halsizlik, tansiyon düşmesi ve kalp ritm bozukluğu gibi durumlara yol açabilir. Böbreklerden protein kaybı olan ya da böbrek yetersizliği gelişmiş olan hastalarda proteinin tamamlanması diyetin ayarlanması, alınan tuz miktarını azaltılması çok önemlidir. Karaciğer yetersizliğine bağlı ödemlerde de eksik proteinin tamamlanması ve idrar söktürücü tedavi uygulanması temel prensiptir. Göz çevresi, ayak bilekleri, eller ya da vücudun herhangi bir yerinde şişme ve sıvı birikimi fark edildiğinde fazla zaman yitirmeden bir doktora danışmak çok önemlidir.

PRP Tedavisi ile ağrılarınızdan kendi kanınızla kurtulun!

İnsan vücudunun hastalıkları iyileştirme potansiyeli olduğu artık biliniyor. Kişinin kendi kanıyla iyileşmesine imkân veren PRP tedavisi ilaç yerine bu potansiyeli kullanan yeni bir tedavi yöntemi. Kas-iskelet sistemi yaralanmaları ve hastalıklarının iyileşmesinde kullanılan bu tedaviyle omuz ağrıları, ön çapraz bağ yaralanmaları, eklem kireçlenmesi, ayak bileği burkulmaları gibi birçok rahatsızlık tedavi edilebiliyor.

Memorial Antalya Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Uz. Dr. Feride Ekimler Süslü PRP tedavisinin Fizik Tedavi alanında kullanımı hakkında bilgi verdi.

PRP ile dokular iyileşerek yenileniyor PRP (Platelet Rich Plasma) trombositten zengin plazma anlamına geliyor. Kanın pıhtılaşmasından sorumlu olan trombositler, aktive edildikleri zaman büyüme faktörleri olarak bilinen iyileştirici proteinler salgılayarak dokuları iyileştirip yeniliyor. PRP tedavisinde kullanılan trombositler hastanın kendi kanından alınan numuneden ayrıştırılarak elde ediliyor ve serum olarak yaralı bölgeye enjekte ediliyor. Enjekte edilen sıvıda yüksek konsantrasyonda trombosit ve büyüme faktörleri bulunuyor. Normal kanın 1 mililitresinde 150.000-400.000 trombosit bulunurken PRP’de bu sayı 1.000.000’un üzerine çıkıyor.

Trombositler ayrıca sessiz lokal kök hücrelerini aktive ettiğinden plazma sıvısı doğal bir ilaç gibi etki gösteriyor. Yaralanmanın ve zedelenmenin olduğu tendon kıkırdak gibi yapıların iyileşmesini hızlandırır.

Tedavi uzmanlar tarafından uygulanmalı

PRP tedavisi omuz ağrıları, tenisçi dirseği, golfçu dirseği, ön çapraz bağ yaralanmaları; diz, omuz, kalça eklem kireçlenmesi, diz kapağı tendiniti, ayak bileği burkulmaları, topuk dikeni ve kulunç ağrısı olarak bilinen kas gerginliklerinin tedavisinde kullanılıyor. PRP’nin uygulaması ise şu şekilde; Hastanın kendi kanı steril bir ortamda alındıktan sonra özel işlemler ile trombositler kanın diğer şekilli elemanlarından ayrılıyor. Uygulanmak istenen bölgeye bu sıvı enjekte ediliyor. PRP’nin kalitesi, trombositlerin yaşama kabiliyetine bağlıdır. Bu nedenle PRP uzman bir ekip tarafından hazırlanmalı ve uygulanmalıdır. PRP’nin hazırlama sürecinde trombositler canlılığını sürdürebilmelidir, aksi takdirde; canlılığını kaybeden trombositler aktive edilemez. Aynı şekilde, PRP uygun şekilde hazırlanmazsa, trombositler erken aktive olur ve daha hazırlık safhasında büyüme faktörleri kaybolabilir.


Herhangi bir yan etkisi yok!



İlk enjeksiyondan 3 hafta sonra hasta tekrar değerlendirilmelidir. Genellikle 3 hafta arayla 6 aylık dönem içinde 3 enjeksiyona kadar yapılabilir. İşlemden sonra doku iyileşmesini hızlandırmak için fizik tedaviye devam edilebilir. Hastaların birçoğunda ilk enjeksiyondan sonra iyileşme görülür. Birçok bilimsel çalışmada başarı oranının %80 – 85
oranında olduğu gösterilmiştir. Bazı hastalarda kısmi bir iyileşme olurken, bazı vakalarda
tam iyileşme gösterilmiştir. PRP yönteminde kişinin kendi kanından alınıp hazırlanması
nedeni ile herhangi bir yan etkisi yoktur. Yalnızca yapıldığı bölgede geçici bir ağrı ve
şişme yapabilir. Bu etki 1-2 gün içinde kendiliğinden geçer. Tedavi öncesi başlanan ve 5
gün süre ile ağrı kesici ilaç kullanımı ile bu durum en aza indirilebilmektedir.


SEDEF HASTALIĞINDA EŞ ZAMANLI UYGULANAN PSİKOLOJİK TEDAVİLER SONUÇLARI POZİTİF ETKİLİYOR

Dermatolojik hastalıkların çoğu, başkaları tarafından görülebilir olmaları nedeniyle hastanın yaşam kalitesini hem kişisel, hem de topl...