29 Temmuz 2012

Hepatit’in ABC’si…

HEPATİT... Son yıllarda adını kanser ve AIDS’den sonra en çok duyuran hastalık… Vücut sıvıları, kan ve korunmasız cinsel ilişki ile insandan insana bulaşan bu hastalık; tedavi edilmezse siroz, karaciğer yetersizliği ve daha pek çok hastalığa yol açarak dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon kişinin hayatını kaybetmesine neden oluyor.

Hisar Intercontinental Hospital Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Ramazan Gözüküçük , Hepatit’in ABC’sini anlattı.
Bulaşıcı sarılık veya tıp dilinde viral hepatit, virüslerin oluşturduğu, karaciğerin yaygın iltihabi hastalığına verilen isimdir. Virüslerin dışında, ilaçlar, toksik maddeler ve alkol de hepatite neden olur. Hepatite neden olan başlıca virüslere alfabenin harfleri verilmiştir.

Bunlardan en önemlileri:

Hepatit A: Hepatit A virüsünün neden olduğu hepatittir. Yaklaşık %99'u kendiliğinden ve tam olarak iyileşir, kalıcı karaciğer hasarı oluşturmaz. Bir kez geçirildiği zaman tekrar etme şansı çok düşüktür.
Hepatit B: Hepatit B virüsünün neden olduğu hepatittir %15-25 oranında karaciğerde kalıcı hasara neden olan virüs; bunun bir sonucu olarak taşıyıcılık, karaciğer sirozu, karaciğer kanseri, karaciğer yetmezliği ve ölümü de beraberinde getirebilir.
Hepatit C: Hepatit C virüsünün neden olduğu hepatittir. Yaklaşık %80 oranında ilerleyerek kalıcı karaciğer hasarı,  karaciğer sirozu ve karaciğer kanseri oluşturma riski yüksektir.

Hepatit nasıl bulaşır?

Hepatit A, virüsü taşıyan dışkı ile kirlenmiş su ve besin maddelerinin (sebze ve meyveler) ağızdan alınması ile bulaşır. Bulaşmada ellerin rolü büyüktür. Virüs ellerde saatlerce canlı kalabilir. Okullardaki sıra ve kapı kolları, tuvaletlerdeki musluklar virüs taşıyan dışkı ile kirlenebilir. Buralardan eller aracılığı ile ağızdan bulaşma daha kolay ve yaygın olur.

Hepatit B ve C, kan ve vücut sıvıları ile bulaşır. Buradaki temel mekanizma, virüsle bulaşmış kan ya da vücut sıvılarının, yeni bir kişinin dolaşım sistemine bulaşmasıdır. Bu nedenle diş çekimi gibi tıbbi girişimler, kan nakilleri, cinsel ilişki başlıca risk faktörlerini oluşturur. Hepatit B’de cinsel yolla bulaşma ön planda iken; Hepatit C’de kan yolu ile bulaşma ön plandadır.

Kan ve vücut sıvılarındaki hepatit B virüsünün bulaşıcılığı AIDS'e neden olan HIV virüsüne göre 100 kat daha fazladır. Bu nedenle hepatit B'li kişilerin cinsel partnerleri mutlaka güvenli seks için önlem almalı (prezervatif kullanımı gibi) ve en önemlisi aşılanmalıdır.

Hepatitli bir hasta ziyaret edildiğinde nelere dikkat edilmelidir?

Hepatit B ve C geçiren kişiyi ziyaret etmek veya taşıyıcı olan biriyle sosyal ilişkiler güvenlidir; çünkü bu virüsler gündelik el sıkışmak, kucaklaşmak, sarılmak, öpmek gibi olağan temasla bulaşmaz.

Ülkemizde yaygın bir hastalık mıdır?  Hepatit virüsü taşıyıp taşımadığımızı nasıl anlarız?
A ve B virüsleri ile oluşan bulaşıcı sarılıklar ülkemizde çok yaygındır. Türkiye'de, üniversite çağına gelmiş gençlerin %80-90'ı, Hepatit A’yı farkında olmasalar bile, çocukluk çağında geçirmişlerdir. Hepatit geçiren kişide bazen hiçbir bulgu olmayabilir. Özellikle, çocukların büyük çoğunluğunda ve yetişkinlerin de bir kısmında sarılık ortaya çıkmayabilir veya silik kalabilir. Çocuklarda belirtiler daha hafif ve kısa süreli olduğu için özellikle küçük yaş grubundaki çocuklarda hastalık teşhis edilmeden geçip gidebilir. Bazen de ateşten eklem ağrılarına kadar varan ciddi bir tablo oluşabilir. Ancak sıklıkla görülen belirtiler;
• Halsizlik
• İştahsızlık
• Karın ağrısı
• Bulantı
• Cilt ve göz renginde sararma
• İdrar renginde koyulaşmadır.


Tanı nasıl konur?Hepatitlerde kesin tanı kan testi ile konulur. Bu nedenle hepatitten şüphelenilen bir durumda hiç vakit kaybetmeden en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

Hepatitin tedavisi Akut hastalıkta özel bir tedavi yoktur. Bazı hastaların, hastanede yatarak tedavi olmaları gerekebilir, serum ve diğer ilaçlar kullanılır. Hastaya sindirimi kolay yiyecekler verilir. Yağı az yiyecekler önerilir. Üzüm, bal gibi glikozdan zengin besinlerin mönüde yer alması uygundur. İstirahat önerilir. Akut hastalık genel olarak 4-6 haftada kendiliğinden iyileşip şifa ile biter. B virüsü hepatitinde, hasta görünürde iyileşmiş olsa bile, virüs, 6 aydan sonra hala kanda bulunmaya devam ediyorsa, hastalık kronik döneme geçmiş demektir. Bu kişiler için düzenli doktor kontrolü esastır.
İlerleyen (kronikleşen ) hepatit B ve hepatit C enfeksiyonları için tedavi seçenekleri vardır. B ve C virüsü taşıyıcısı, hasta olmasa bile, kanı ve diğer vücut sıvıları ile hastalığı başkalarına bulaştırabileceğini bilmelidir. Her 4-6 ayda bir karaciğer fonksiyon testlerini yaptırmalıdır. Alkol almaktan kaçınmalı, herhangi bir nedenle ilaç almak zorunda kalırsa bunu doktoruna danışmalıdır.

Hepatit için korunma ve öneriler

Hepatit A için;
• Eğer Hepatit A' ya karşı bağışıklığınız yoksa mutlaka aşılanın.
• Dışkı değmiş su ve yiyeceklerle bulaştığı için; her tuvaletten sonra, yemek hazırlamaya başlamadan ve yemek yemeden önce mutlaka ellerinizi yıkayın.
Hepatit B ve C için;• Hepatit B’ye karşı bağışıklığınız yoksa mutlaka aşılanın.
• Diş fırçası, jilet, tırnak makası gibi kişisel bakım malzemelerinizi kimseyle paylaşmayın.
• Güvenli seks için mutlaka prezervatif kullanın!
• Dövme, piercing gibi girişimlerin riskli olduğunu unutmayın.
• İlaç bağımlığınız var ise enjektörünüzü paylaşmayın.
• Hepatit B taşıyıcı ya da hastasıysanız tıbbi bir girişim öncesi mutlaka hekiminize haber verin!
• Hepatit B taşıyıcı ya da hastasıysanız kesinlikle kan ve organ bağışında bulunmayın!

 

Gelecekte Bel Fıtığı Tedavisinde Non-İnvaziv Yöntemler Kullanılacak


Geliştirilecek teknoloji ve uygulanacak yöntem sadece bel fıtığı ve benzeri hastalıklar için değil, tıbbın diğer alanlarında özellikle tümörlerin tedavisinde de kullanılacak.

“Geleceğin cerrahisinde hastaya dokunulmayacak, yöntemler non-invaziv olacaktır.''

Nöroşirürji Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Yıldızhan geleceğin bel fıtığı cerrahisi hakkında şu bigileri verdi:“Günümüzde,bel fıtığı tedavisinde kullanılan klasik cerrahi yöntemin yanında mikroteknik, mikroendoskopik teknik ve ciltten müdahale şeklinde (perkütan) uygulanan çeşitli teknikler vardır. Biz cerrahlar ne kadar kibar çalışırsak çalışalım neticede hastaya bir şekilde girişim yapıyor, dokunuyoruz. Yani bütün bunlar sonuçta invaziv yöntemlerdir. Geleceğin cerrahisinde hastaya dokunulmayacak, yöntemler non-invaziv olacaktır’’

“Hasta sırt üstü yatar pozisyonda rahatça uzanacak ve vücudu bir daha yer değiştirmeyecek tarzda fikse edilecektir. Sonra bu vücut uzayda üç boyutlu olarak milyarlarca, trilyonlarca parça şeklinde, bilgisayar tarafından otomatik olarak numaralanacaktır. Böylece insan, kafasındaki saç telinden ayakuçlarındaki tırnaklara kadar, küp veya küre şeklinde, küçücük trilyonlarca numaralanmış parçadan ibaret olarak karşımızda duracaktır.

Bu konumlandırma içerisinde normal ve hastalıklı dokuların uzayda kapladığı hacmi oluşturan trilyonlarca ‘nanometrik veya daha küçük ölçekteki volümlerin’ her birinin kendine özgü birer numarası olacaktır. Daha sonra hastalığı oluşturan fıtıklaşmış disk dokusuna ait numaralar tespit edilecek ve bir tuşa basılarak anında ortamdan kaldırılacaktır. Bu işlem o kadar küçük birimlere kadar indirgenip o derece incelikli hale getirilecektir ki, zamanla atom ve atomaltı parçacıklara kadar işlem yapmak mümkün olabilecektir.”

Dar kanal ameliyatlarında yeni teknik

“Dar kanal (spinal stenoz) rahatsızlığı ve ameliyatları halk tarafından yeteri kadar bilinmemekte, adeta bir kabus olarak görülmektedir.Ancak deneyimli ellerde, yeni teknikle usulüne uygun yapılan ameliyatlarda çok daha yüz güldürücü sonuçlar elde edilmektedir. Bel fıtığı ameliyatlarında deneyimli ekibimiz tarafından uygulanan ileri ve klasik cerrahiye göre daha emniyetli ve konforlu yöntemler olan mikroteknik ve mikroendoskopik tekniğe benzer tarzda, dar kanal ameliyatlarında da mikroteknikle internal dekompresyon yapmaktayız.

Mikroteknikle Internal Dekompresyon Ameliyatı

“Son yıllarda spinal cerrahi ekibimizle rutin uygulama haline getirdiğimiz mikroteknikle internal dekompresyon ameliyatı dünyada ancak belirli merkezlerde deneyimli cerrahlar tarafından gerçekleştirilebilmektedir. Bu ameliyatta, dar olan spinal kanalın iç kısmına girilerek kanal içeriden genişletilmekte, böylece anatomik yapı mümkün mertebe korunmaktadır. Stabilizasyonu sağlayan anatomik yapı korunduğu için stabil hastalara ayrıca vida ve benzeri tarzda enstrümanları da takmak gerekmemektedir. Operasyonlarımızda emniyet her şeyden önce gelir. Öncelikle hastaya zarar vermemek gerekir. Hastalar tıpkı bel fıtığı operasyonlarımızda olduğu gibi deneyimli ellerde usulüne uygun yapılan bu ameliyatlar sonrasında da felç kalma riskiyle karşılaşmadan aynı gün içinde yürüyebilmekte ve ertesi gün taburcu olmaktadırlar.’’

19 Temmuz 2012

Tükenmiş kalp kök hücre ile hayat buluyor.


İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde kurulacak olan laboratuarda kök hücreden faydalanarak, yeni bir tedavi yöntemi geliştirilecek. 

Kalp yetmezliği tedavisinde dünya genelinde 100’ün üzerinde hastanın kök hücre sayesinde iyileştiğine dikkat çeken Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Keleş, “Kalp damarlarının hastalığına bağlı oluşan kalp yetersizliği tedavisinde artık mutlu sona ulaşıldı. Neredeyse organ nakline bile ihtiyaç bırakmayacak kadar olumlu sonuçları olan kök hücre tedavisini uygulamak için biz de laboratuar çalışmalarına başladık. Eğer bir kalp kası bölgesi bozulursa, kasılmaz ve kan akışı sekteye uğrar. Bu bozulma düzelmezse, kalp yetersizliği baş gösterir ki maalesef bu durum hastayı, kalp nakli olmazsa tedavi edilemeyecek bir noktaya kadar ulaştırır. Oysa bu yeni kök hücre çalışmasıyla tükenmiş bir kalbe yeniden hayat veriyorsunuz. Ameliyat şansı olmayan hastaları düşünün. O ölü doku ya da cansız hücreler tekrar canlanıyor. Adeta yeni bir kalp takmış gibi cansız atan kalp gümbür gümbür atıyor.” dedi. Prof. Dr. Keleş, insanlarda da başarılı sonuçlar alınan bu çalışmalarda herkesin bildiği kemik iliği kök hücrelerinin de rahatlıkla kullanıldığını ifade etti.


Kalp Yetersizliğine Güncel Bakış

Editörlüğünü yaptığı “Kalp Yetersizliğine Güncel Bakış” adlı kitabında kalp hastalıklarıyla ilgili bilimsel gelişmelere yer veren Prof. Dr. İbrahim Keleş, kök hücre tedavisiyle ilgili yürütülen çalışmaları şöyle anlattı: “Bilim bugün, kalp yetersizliğinde yerel kök hücrelerin hastalığın ilerlemesini durdurmada çok sınırlı bir fonksiyonu olduğunu göstermiştir. Bu acaba kalp yetersizliğinde kök hücre tedavisi etkili değil mi, sorusunu da beraberinde getirdi. Ancak özellikle hayvan deneyleriyle genişletilen çalışmalar gösterildi ki, kalbin yerel kök hücreleri değil ama diğer dokulardan alınan kök hücreler etkili oluyor. Yani hem kalbin fonksiyonunun tamiri hem de hasarın ilerlemesini engellemek amacıyla diğer dokulardan öncü hücrelerin nakledilmesi işe yaradı. Çalışmalar gösterdi ki bu hücreler sadece hasarlı hücrelerin yerini almakla kalmayıp aynı zamanda kalbin kendi yerel hücrelerinin fizyolojisini de değiştirmektedir.” Prof. Dr. Keleş, “Şimdi dünyada artık rutin bir tedaviye dönüşmeye başlayan bu yöntemle ilgili, üniversitemizde çalışmalara başlamayı sabırsızlıkla bekliyoruz” diye konuştu.

03 Temmuz 2012

Şişmanlık Erkekte Kısırlığa Yol Açıyor !


Spermlerle ilgili problemler çiftlerin gebe kalma oranlarını azaltıyor. Erkeklerde aşırı kilonun sperm sayısını azalttığı gösterildi. Ayrıca spermlerin dölleme fonksiyonlarında da bozulma olduğu için kısırlık oranında artma ortaya çıkıyor. Problemli spermlerle yapılan tüp bebek uygulamalarında başarı şansı % 50 düşüyor.


'OBEZİTEYE HAYIR'

Prof.Dr.Timur Gürgan kısırlık sorunu olan çiftleri Sağlık Bakanlığının 'Obeziteye Hayır ' kampanyasına aktif olarak katılmaya davet ediyor.

Erkekte her boşalmada  20-100 milyon sperm atılmakta bu spermlerden ancak bir tanesi yumurtayı döllemektedir.. Sperm hücreleri gelişmeleri sırasındaki başta erkeğin konuyla ilgili genetik kodlamaları olmak üzere çeşitli hormonal ve çevresel faktörlerce etkilenerek yumurtayı dölleme fonksiyonu kazanmaktır. Bu fonksiyonlardaki düşüklük döllenen yumurtanın gelişmesini bozmakta ve gebelik oluşturma kabiliyetini azaltmaktadır. 


Erkeğin yaşı, hayat tarzı, kilosu, stres,  sigara ve alkol  kullanımı ve genetik yapısı sperm kalitesini belirleyerek  dölleme yeteneğini etkilemektedir. Faktörlerdeki olumsuzluk çiftin gebe kalmasını önleyebilmekte ayrıca tüp bebek başarı şansını önemli derecede azaltmaktadır. Bu şekilde ortaya çıkan sperm sorunları tüp bebek tedavilerinin başarı şansını da azaltmaktadır.

Son yapılan çalışmalarda ideal kilodan uzaklaşarak obezite ( şişman ) kiloya ulaşan erkeklerde sperm sayısında azalma ile birlikte spermlerin dölleme fonksiyonlarında düşme olduğu tespit edildi. Bu erkeklerde yağ metabolizmasında ortaya çıkan dengesizlik testislerde kaliteli, dölleme kabiliyeti yüksek sperm yapımını etkiliyor. Sperm genetik fonksiyonlarında sorun ortaya çıkıyor. Bu problemler spermlerin yumurtaları döllemesini engelleyerek kısırlığa yol açıyor. Gebelik oluşsa dahi düşük oranlarındaki artma çiftlerin sağlıklı çocuk sahibi olmalarını engelliyor.

Şişmanlık sigara kullanımı, stres, genetik yatkınlıkla birleştiğinde; çiftler çocuksuzluk sorununu daha derinden yaşıyorlar.

Hayat tarzındaki değişiklilerle beslenmenin düzeltilmesi, yeterli hareket ve ekzersiz ve programlı kilo kaybıyla ideal kiloya ulaşmanın sperm fonksiyonlarını düzelttiği ve gebelik oranını arttığı bulundu. Özellikle... yağların kullanımın durdurulması ve omega-3 içeren bitkisel yağların tercih edilmesi spermde oluşan sorunları gideriyor.

Bu nedenle sperme bağlı kısırlık sorununu azaltabilmek için çiftleri Sağlık Bakanlığı'nın başlattığı 'Obeziteye Hayır ' kampanyasına katılmalarını ve aktif rol oynamalarını tavsiye ediyorum.''

13 Haziran 2012

Çocuklarınızın sağlıklı gelişimi için vitamin ve minerali ihmal etmeyin…


Çocukların gelişimlerinde ve sağlıklı bir şekilde büyümelerinde vitamin ve mineral açısından yeterli beslenmelerinin çok büyük önemi olduğu biliniyor. Vitamin ve mineral eksikliği, çocukların sağlıklarının yanı sıra günlük yaşamlarını ve gelişimlerini bile etkileyebiliyor. Ne yazık ki bazı anneler, çocuklarının iştahsızlığı yüzünden bazıları da çocuklarının vitamin ve mineral açısından zengin yiyecekleri sevmemesinden dolayı sorun yaşıyor.

Ülkemizde yıllardır çeşitli hastalıklara karşı koruyucu aşı, çocuk aşıları, reçetesiz ilaçlar ve gıda takviyeleri alanlarında faaliyet gösteren Keymen İlaç’ın Pazarlama Müdürü ve Eczacı Duygu YILMAZ, çocuklarda yeterli ve sağlıklı beslenme ile ilgili sorularımızı yanıtladı.

Çocuklar günlük öğünlerinden yeterince vitamin alabiliyorlar mı?

Çocukların günlük vitamin ve mineral ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için sağlıklı beslenmeleri çok önemli. Öğün atlamadan düzenli beslenmeleri gerekir. Ancak depolama, hazırlama, işleme ve ısı işlemleri, besinlerin içeriğindeki vitaminlerin stabilitesini etkiliyor. Besinlerin çoğu pişirilerek tüketildiğinden toplumun beslenme durumunun değerlendirilmesinde ve iyileştirilmesinde işleme, depolama, hazırlama ve pişirme sonucunda oluşan vitamin kayıp oranlarının bilinmesi gerekiyor. Bu kayıplar nedeniyle vitamin açısından zengin bir yiyecek bile bazen çocukların günlük beslenme ihtiyacını karşılamaya yetmeyebiliyor. Öte yandan hızla artan nüfus, modern ve hızlı yaşam nedeniyle uygulamaların ve alışkanlıkların değişmiş olması, yeni beslenme sorunlarının ortaya çıkmasına yol açıyor. Fast food, rafine edilmiş gıda tüketimindeki artış, taze meyve sebzelerin yerine, bekletilmiş ve stoklanmış yiyeceklerin kullanımı, beslenme eksikliğine bağlı hastalıkların oluşumuna zemin hazırlayabiliyor.

Fast food ve abur cuburla beslenme alışkanlığı, sağlığımızı nasıl etkiliyor?

Fast food yiyecekler ile beslenme alışkanlığı, hızlı yaşam temposu sebebi ile doğdu ve sonra da bir endüstri ve yaşam tarzı haline geldi. Bugün özellikle ülkemizde bu tip beslenme, okul öncesi çocuklara kadar inmiş durumda. Fast food tipi beslenme, yüksek enerjili, kalorili ve besleyici değeri yeterli olmayan bir beslenme biçimi… Sağladığı kalorinin büyük bir kısmı yağlardan geliyor. Vitamin ve mineral düzeyi düşük, karbonhidrat ve tuz (sodyum) oranı yüksek bu tür yiyecekler ile beslenenlerde hipertansiyon, şişmanlık, diyabet ve pek çok sindirim sistemi hastalığının yanı sıra, vitamin-mineral eksikliği problemlerinin de karşımıza çıkması olası…  

 Vitamin nedir ve vitaminlerin vücudumuza yararları nelerdir?

Vitaminler, hücresel metabolik reaksiyonlar için gerekli olan, eksikliklerinde bazı sorunlara neden olan organik bileşiklerdir. Pek çok vitaminin, insan vücudu tarafından üretilemediği ya da yeterli miktarda üretilemediği için besinlerle dışarıdan sağlanması gerekir. Vitaminler, organizmada birçok biyokimyasal ve fizyolojik sürece katılarak vücudun normal çalışmasında rol oynar.

A vitamini: Enfeksiyonlara karşı direnci artırır normal büyüme, üreme, kemik, diş gelişimi ve görme için gereklidir. Sağlıklı cilt ve tırnaklara kavuşmamızı sağlar.
B1 Vitamini: Kasların ve sinir sisteminin faaliyeti için gereklidir. Yetersizliğinde iştahsızlık, huzursuzluk, bellek zayıflığı ve dikkat azalması görülebilir.
B2 Vitamini: Vücudun enerji üretiminde görevi vardır, düzenli alımı önemlidir.

B3 Vitamini
: Protein, yağ ve karbonhidrat metabolizması için gerekli olan bir vitamindir. B3 vitamini kan dolaşımını düzenler, sağlıklı bir deri sağlar ve santral sinir sisteminin çalışmasına yardımcı olur.

B6 Vitamini: Karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasında yer alır. Hormonlar, kırmızı kan hücreleri, sinir hücreleri ve enzimlerin oluşumunda rol oynar. 

C Vitamini: Güçlü bir antioksidandır, bağışıklık sistemini güçlendirir. Diş etlerinin ve diş sağlığının korunmasında yardımcı olur. Demirin emilimi ve kollajen yapımında görev alır.

D Vitamini: Kemik gelişimine yardımcıdır, sağlıklı diş yapısının oluşumuna ve korunmasına destek olur.
E Vitamini: Yine güçlü bir antioksidandır, serbest radikallerin hasarına karşı vücudu korur.

Çocukların özellikle hangi mineralleri almaları gerekir?

Mineraller; büyüme ve gelişme, yaşamın sürdürülmesi ve sağlığın korunması için ihtiyaç duyduğumuz, dışarıdan almamız gereken inorganik maddelerdir. Çocukların sağlıklı büyüyebilmek için besinlerden alabilecekleri tüm minerallere yeterli oranda ihtiyaçları vardır. Ancak çinkoya ayrıca değinmek gerektiğini düşünüyorum.
Çinko: Çocukluk çağında ihtiyaç duyulan ve vücudumuzda pek çok metabolik fonksiyonun yerine getirilmesinde görevli 300’den fazla enzimin yapısında yer alan bir mineraldir. Çinko eksikliği, özellikle bağışıklık sistemini, bağırsakları ve cildi etkiliyor. Bu eksiklik çocuklarda iştahsızlık, ishal ve kilo kaybına neden oluyor. Bağışıklık sistemi etkilenen çocuklar sık sık enfeksiyon geçiriyor. Çinko eksikliği olan çocukların hastalıklara yakalanma riski artıyor. Bu çocuklarda ayrıca büyüme geriliği de görülebiliyor.

Omega-3:  IQ üzerinde olumlu etkileri saptanan omega-3, çocuklarda beyin gelişimini destekliyor, öğrenme ve konsantrasyonu olumlu yönde etkiliyor, problem çözme yeteneğini artırıyor, matematiksel zekânın, okuma, telaffuz ve yazma becerisinin artmasına da yardımcı oluyor. Tüm bunların yanı sıra kalp, damarlar ve gözlerin sağlıklı gelişmesinde önemli rol oynuyor.

Çocuklarının tüm bu vitamin ve mineralleri alarak büyümesini isteyen ebeveynlere ne tavsiye edersiniz?  

Daha önce de belirttiğim gibi besinlerin sofraya gelene kadar geçtiği depolama, hazırlama, işleme ve pişirme gibi işlemler besin değerlerinde kayba neden olabiliyor. Bu olmasa bile kimi çocuklar vitamin ve mineral açısından değerli besinleri yemek istemeyebiliyor ya da iştahsız olabiliyor. Bu durumda biz annelere çocuklar için özel olarak hazırlanan Octamar Omega-3 ve Çinko Takviyeli Vitamin Şurubu’nu öneriyoruz. Octamar Şurup; C, B1, B2, B3, B6, A, E, D3 vitaminlerinin yanı sıra omega-3 yağ asitleri ve çinko içeriyor. Enerji verici, iştah açıcı özelliklere sahip olan Octamar, zihinsel ve bedensel gelişime de destek oluyor. Üstelik portakal tadında olduğu için çocuklar  tadını çok seviyor.

28 Mayıs 2012

Erken düşen süt dişleri gelişim problemlerine yol açıyor…

Süt dişlerinin çürük nedeniyle zamanından önce kaybedilmesi, çocuklarda büyüme ve gelişim sürecinde önemli problemlere yol açıyor. Erken düşen süt dişleri, arkadan gelen dişlerin geç gelmesine hatta hiç gelmemesine bile sebep olabilir…

Diş Hekimi Ceylan Alioğlu Uludağ
İstanbul Ortodonti Merkezi

Çocuklarda ağız ve diş hastalıklarının tedavileri koruyucu diş hekimliğinin temelini oluşturur. Çocuklarda süt dişleri 6 ay - 3 yaş arasında sürmeye başlamaktadır, bunu izleyen karma diş dizisi 6-12 yaş arasında, büyüme ve gelişimin en aktif olduğu döneme rastlar. Bu dönemde beslenme alışkanlıklarının dengeli olması çok önemlidir. Sık gördüğümüz diş çürüklerinin başlıca nedeni, şeker ve nişastadan zengin yiyeceklerin bolca tüketilmesidir. Elbette ki, çocukları günlük besin ihtiyaçlarından biri olan şekerli ve nişastalı besinlerden tamamen uzaklaştırmak imkansız. Önemli olan bu besinlerin sık aralıklarla tüketilmesinden kaçınmak, mümkün olduğunca ana öğünlerle birlikte tüketilmesini sağlamak ve fırçalama alışkanlığını kazandırmaktır.

Gece sütüne dikkat…
Özellikle gece uykudan önce bebeklere biberonla süt verilmemesi ve sütün içine bal, pekmez, reçel gibi şekerli besin ilavelerinden kaçınılması gereklidir. Ancak bu tip alışkanlığı olan çocuklarda biberon çürükleri adı verdiğimiz çürüklerin oluşmaması ve çürük yapıcı besinleri arındırmak açısından yatmadan önce diş fırçalamak veya en azından bir bardak su içirilmesi oldukça önemlidir.

Süt dişlerini önemseyin…
Daimi dişlere oranla daha çok organik madde içeren süt dişleri, daha kolay ve hızlı çürürler. Süt dişlerine kısa süre içinde değişecek diş gözüyle bakan aileler, çocuklarının geleceklerini de tehlikeye atıyor. Süt dişlerinin çürük nedeniyle zamanından önce kaybedilmesi ile çocukta büyüme ve gelişim sürecinde önemli problemlere yol açar. Süt dişlerinin erken kaybı ile daimi dişlerde sürme zamanlarında gecikmeye hatta sürememelerine neden olur. Daimi dişlerde meydana gelebilecek bu sorunlar, büyüme ve gelişim sürecinde çene yapısında bozukluklara ve dişlerde çapraşıklıkların da sebebidir. Bu yüzden süt dişlerini önemsemeli ve alttan yeni dişler gelene kadar ağızda sağlıklı bir biçimde kalması için çaba harcanmalıdır.

Elektrikli fırça mı manuel fırça mı?
Aileler çocukların diş fırçalama alışkanlığı kazanması için büyük çaba harcıyor. Doğru diş fırçalama alışkanlığını küçük yaşta kazanan çocuklar, sağlıklı ve temiz bir ağıza sahip olabiliyor. Çocukların tüm dişleri ortalama iki dakikada fırçalanabilir. Ancak önemli olan nokta fırçalama süresinden çok yapılan temizliğin kalitesi ve etkinliğidir. Bu dönemde çocukları motive etmek amacıyla kısa bir süre için elektrikli veya pilli fırçalar kullanmak uygun olabilir. Ancak çocukların el becerilerinin gelişmesi amacıyla manuel fırçanın kullanımından vazgeçilmemelidir. Çocuğun ileri yaşantısındaki ağız sağlığının temeli bu yaşlarda atılacağından, gerek ebeveynler gerek hekimler tarafından manuel fırça ile doğru fırçalama tekniklerinin öğretilmesi çok önemlidir.Fırçadaki kılların kenarları yıpranmış, eğilmiş ise fırça yenilenmesi gerekir.Ayrıca fırça başlarının temiz kalması için fırça başları için özel olarak üretilmiş saklama kaplarının kullanılmasını öneriyoruz.

6 ayda bir periyodik kontroller yapılmalı!
Çocuklar da yetişkinler gibi 6 ayda bir periyodik kontroller ile diş hekimi tarafından kontrolü yapılmalı.Bu kontrollerde dişlerin sürme zamanları, fırçalama alışkanlıkları, çenelerin gelişimi ve kapanışı ve yapılan parmak emmek, kalem ısırmak, dudak ısırmak, tırnak yemek gibi yanlış alışkanlıklar incelenmelidir. Bu tip alışkanlıkları olan çocukların aynı zamanda bir ortodontist tarafından muayene edilmeleri gerekmektedir. Bunun dışında diş hekimi veya pedodontist (çocuk diş hekimi), yapılacak 6 aylık rutin kontrollerde gerekli koruyucu uygulamalar hakkında da aileleri bilgilendirecektir. Koruyucu uygulamalar arasında fissür örtücüler (daimi dişilere koruyucu dolgular), flour uygulamaları, yer tutucular ve bazı alışkanlık kırıcı aparey yapımları girmektedir .

SEDEF HASTALIĞINDA EŞ ZAMANLI UYGULANAN PSİKOLOJİK TEDAVİLER SONUÇLARI POZİTİF ETKİLİYOR

Dermatolojik hastalıkların çoğu, başkaları tarafından görülebilir olmaları nedeniyle hastanın yaşam kalitesini hem kişisel, hem de topl...