22 Mayıs 2012

Ödemler pek çok hastalığa işaret edebilir

 Son günlerde kendinizi balon gibi hissediyorsanız, kilo almadığınız halde  kıyafetleriniz üzerinize olmuyorsa, parmaklarınızın şişliğinden yüzük bile takamıyorsanız bu şikayetler vücudunuzda ödem yani şişlik olduğu anlamına geliyor.


Memorial Etiler Tıp Merkezi Dahiliye Bölümü'nden Uz. Dr. Murat Görgülü , vücuttaki ödemi azaltmanın yolları hakkında bilgi verdi.

Kronik hastalığınız varsa özellikle dikkat edin

İnsan bedeninde damar içerisinde dolaşan sıvıların damar dışına çıkması ve doku araları ile cilt altında birikmesi sonucunda ödem durumu gelişir. Alınan su ve tuz miktarı vücutta şişme ve ödem gelişiminde çok önemlidir. Gözle görülür bir ödem yani vücutta su toplaması olduğunda 3 litre kadar fazla sıvı vücutta birikmiş demektir. Ödemin oluşumunda böbrekten su ve tuz tutulumu önem taşır. Vücutta sıvı birikimi, bölgesel ya da tüm vücudu içerecek şekilde genel olabilir, bunların nedenleri farklıdır. Ödemin bölgesel dağılımı, nedeni hakkında önemli fikirler verir.
 
Ödemler pek çok hastalığa işaret edebilir.

İnsan vücudunda belli bir bölge ya da organ ile sınırlıdır. Örneğin tek bacak, tek kol, iki bacak, göz, dudak gibi, tek kol ve tek bacak ödemlerinde o bölgede lenf akımının aksaması önemlidir. Tıkayıcı bir kitle, enfeksiyon ya da damar tıkanıklığı buna yol açabilir. Her iki bacak şişmesi aşırı varisler, kalp yetersizliği, lenfatik tıkanıklık, sürekli oturma ve hareketsizliğe bağlı olabilir. Yüz, dudak ve gözde oluşan ödemlerin de en sık nedeni, alerjik reaksiyonlar ya da kanda protein düşüklüğü olabilir. Kalp ve karaciğer gibi organ yetersizliklerinde de karın zar ve akciğer zarında sıvı birikimi olur; ayrıca bazı kanserlerin yayılması sonucunda karın ve akciğer zarlarında sıvı birikimi sıkça gözlenir. Ödemin süresi yaygınlığı ve kişide ek bir rahatsızlık olup olmaması tanıda ve tedavide büyük önem taşır.

1 gram tuz 200 ml. sıvı birikmesine neden olur.

İnsan vücudunun büyük bir bölümünü içine alan ya da tüm vücudu kaplayan yumuşak doku şişmesine yol açan, sıvı birikimleridir. Her iki bacakta oluşan ödem uzun süre ayakta kalmaya bağlı olabilir. Bunda fazla tuz tüketimi çok önemlidir, fazladan alınan 1 gr tuz vücutta 200 ml sıvı birikmesine yol açar. Kalp yetersizliğinde de her iki ayakta şişme erken bir bulgudur. Kalp yetersizliğinde akciğerlerde de sıvı birikerek nefes darlığına yol açabilir.

Sabah kalktığımızda oluşan göz çevresi şişmesinde özellikle böbrek hastalıkları ve azalmış tuz atılımı düşünülmelidir. Böbrek rahatsızlığı dışında ileri derecede karaciğer yetersizliği de bu tip ödeme neden olabilir. Özellikle protein kaybına yol açan “nefrotik sendrom”da tüm yüz ve vücutta şişme olabilir. Ayrıca tüm vücutta şişmeye yol açan en önemli nedenlerden biri de alınan besinlerdeki tuz ve kimyasal madde miktarıdır. Normalde alınması gereken tuz miktarı, yaşa ve aktiviteye göre değişir ancak daha öncede söylediğimiz gibi aşırı tuzlu besinlerin tüketilmesi ile yeterli miktarda tuz böbreklerden atılamazsa vücutta sıvı birikmeye başlar. Öncelikle ayak bileği, göz çevresi gibi yumuşak doku bölgeleri şişmeye başlar. Hazır soslar, yapay tatlandırıcılar, bazı baharatlar, alkollü içecekler, bol kafeinli içecekler vücutta ödem oluşumunu artırır. Birçok ağrı kesici ilaç ve romatizma ilacı da vücutta su ve tuz tutarak ödeme yol açar. Birçok hormon ilacı, özellikle de kortizonlu ilaçlar vücutta aşırı su ve tuz tutulumuna neden olur. Aşırı hareketsizlikte lenf dolaşımını ve toplardamar dolaşımını azaltacağı için özellikle kollarda ve bacakta şişme yapar. Hep aynı pozisyonda kalan yaşlılarda yerçekiminin etkisi ile sıvı altta kalan bölümlerde toplanır, bu yalancı bir ödem görüntüsü verebilir.


Sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz ödemi azaltmak için çok önemli

Başlıca tedavi ödeme neden olan durumun ortadan kaldırılmasıdır. Örneğin fazla tuz alımının engellenmesi, alkol alınmaması, hazır besin ve soslardan uzak durulması, sigara ve kafeinli içeceklerin azaltılması en önemli hususlardır. Alınan ağrı kesici ve romatizma ilaçlarının dozu ayarlanmalıdır. Eğer kişide hareket eksikliği ve aşırı durağanlık var ise mobilizasyon, lenf ve kan dolaşımını artıracağı için ödemin azalmasına yardımcı olur.


Mutlaka bir doktora danışın

Eğer kişide vücutta sıvı birikimine yol açan herhangi bir hastalık öncelikle bu hastalığın tespit edilmesi ve buna yönelik tedavi yapılması temel prensiptir.

Kalp yetersizliği olan hastada tansiyon ve kalp atımının düzenlenmesi ve idrar söktürücü tedavi yapılması birinci derecede önemlidir. Hastanın idrarının artması ile ödem azalmaya başlar ancak bu ilaçların yan etkileri çok dikkatli olarak takip edilmelidir, fazla idrar söktürücü kullanımı aşırı tuz ve su kaybına yol açabilir, bu da halsizlik, tansiyon düşmesi ve kalp ritm bozukluğu gibi durumlara yol açabilir. Böbreklerden protein kaybı olan ya da böbrek yetersizliği gelişmiş olan hastalarda proteinin tamamlanması diyetin ayarlanması, alınan tuz miktarını azaltılması çok önemlidir. Karaciğer yetersizliğine bağlı ödemlerde de eksik proteinin tamamlanması ve idrar söktürücü tedavi uygulanması temel prensiptir. Göz çevresi, ayak bilekleri, eller ya da vücudun herhangi bir yerinde şişme ve sıvı birikimi fark edildiğinde fazla zaman yitirmeden bir doktora danışmak çok önemlidir.

PRP Tedavisi ile ağrılarınızdan kendi kanınızla kurtulun!

İnsan vücudunun hastalıkları iyileştirme potansiyeli olduğu artık biliniyor. Kişinin kendi kanıyla iyileşmesine imkân veren PRP tedavisi ilaç yerine bu potansiyeli kullanan yeni bir tedavi yöntemi. Kas-iskelet sistemi yaralanmaları ve hastalıklarının iyileşmesinde kullanılan bu tedaviyle omuz ağrıları, ön çapraz bağ yaralanmaları, eklem kireçlenmesi, ayak bileği burkulmaları gibi birçok rahatsızlık tedavi edilebiliyor.

Memorial Antalya Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Uz. Dr. Feride Ekimler Süslü PRP tedavisinin Fizik Tedavi alanında kullanımı hakkında bilgi verdi.

PRP ile dokular iyileşerek yenileniyor PRP (Platelet Rich Plasma) trombositten zengin plazma anlamına geliyor. Kanın pıhtılaşmasından sorumlu olan trombositler, aktive edildikleri zaman büyüme faktörleri olarak bilinen iyileştirici proteinler salgılayarak dokuları iyileştirip yeniliyor. PRP tedavisinde kullanılan trombositler hastanın kendi kanından alınan numuneden ayrıştırılarak elde ediliyor ve serum olarak yaralı bölgeye enjekte ediliyor. Enjekte edilen sıvıda yüksek konsantrasyonda trombosit ve büyüme faktörleri bulunuyor. Normal kanın 1 mililitresinde 150.000-400.000 trombosit bulunurken PRP’de bu sayı 1.000.000’un üzerine çıkıyor.

Trombositler ayrıca sessiz lokal kök hücrelerini aktive ettiğinden plazma sıvısı doğal bir ilaç gibi etki gösteriyor. Yaralanmanın ve zedelenmenin olduğu tendon kıkırdak gibi yapıların iyileşmesini hızlandırır.

Tedavi uzmanlar tarafından uygulanmalı

PRP tedavisi omuz ağrıları, tenisçi dirseği, golfçu dirseği, ön çapraz bağ yaralanmaları; diz, omuz, kalça eklem kireçlenmesi, diz kapağı tendiniti, ayak bileği burkulmaları, topuk dikeni ve kulunç ağrısı olarak bilinen kas gerginliklerinin tedavisinde kullanılıyor. PRP’nin uygulaması ise şu şekilde; Hastanın kendi kanı steril bir ortamda alındıktan sonra özel işlemler ile trombositler kanın diğer şekilli elemanlarından ayrılıyor. Uygulanmak istenen bölgeye bu sıvı enjekte ediliyor. PRP’nin kalitesi, trombositlerin yaşama kabiliyetine bağlıdır. Bu nedenle PRP uzman bir ekip tarafından hazırlanmalı ve uygulanmalıdır. PRP’nin hazırlama sürecinde trombositler canlılığını sürdürebilmelidir, aksi takdirde; canlılığını kaybeden trombositler aktive edilemez. Aynı şekilde, PRP uygun şekilde hazırlanmazsa, trombositler erken aktive olur ve daha hazırlık safhasında büyüme faktörleri kaybolabilir.


Herhangi bir yan etkisi yok!



İlk enjeksiyondan 3 hafta sonra hasta tekrar değerlendirilmelidir. Genellikle 3 hafta arayla 6 aylık dönem içinde 3 enjeksiyona kadar yapılabilir. İşlemden sonra doku iyileşmesini hızlandırmak için fizik tedaviye devam edilebilir. Hastaların birçoğunda ilk enjeksiyondan sonra iyileşme görülür. Birçok bilimsel çalışmada başarı oranının %80 – 85
oranında olduğu gösterilmiştir. Bazı hastalarda kısmi bir iyileşme olurken, bazı vakalarda
tam iyileşme gösterilmiştir. PRP yönteminde kişinin kendi kanından alınıp hazırlanması
nedeni ile herhangi bir yan etkisi yoktur. Yalnızca yapıldığı bölgede geçici bir ağrı ve
şişme yapabilir. Bu etki 1-2 gün içinde kendiliğinden geçer. Tedavi öncesi başlanan ve 5
gün süre ile ağrı kesici ilaç kullanımı ile bu durum en aza indirilebilmektedir.


02 Mart 2012

Diş tedavisi için gittiğiniz klinik hijyen mi?

Dünyada en sık görülen iki hastalık diş eti hastalıkları ve çürüklerin insandan insana bulaşma ihtimali var. Bu durumda hastalar, gittikleri diş kliniklerinde kendilerine bir hastalık bulaşmayacağına dair güven duymak, diş hekimi muayenehanelerinde gerekli sterilizasyon ve dezenfeksiyonun sağlandığından emin olmak istiyor.



Hastaların bu taleplerini dikkate alan Diş Dostu Derneği, diş kliniklerinde gerekli sterilizasyonun sağlandığını belgelemek amacıyla ''Diş Dostu Klinik'' Projesi’ni başlattı. 2011 yılı Kasım ayında başlatılan projeye dahil olan klinikler çeşitli denetim aşamalarından geçerek gerekli hijyen koşullarını sağladıklarını hastalarına belgeleyebiliyorlar.


Diş Dostu Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Oktay Dülger ''Diş Dostu Klinik'' Projesi’ ile ilgili şu bilgileri verdi:

Dr. Oktay Dülger
Diş Dostu Derneği Yönetim Kurulu Üyesi

''Hekimin bu protokolleri izlemesi, öğrenmesi, uygulaması ve uyguladığını da hastasına göstermesi lazım. ''



Diş hekimliği diğer tıp dallarından farklı. Çünkü ağızda kötü huylu mikro organizmalar var. Vücudumuzda bulunan bütün mikroorganizmaların yoğun bir şekilde ağızda bulunduğu saptanmış. Cildinizdeki mikro organizma da, saçınızdaki mikro organizma da ağzınızda var. Biz yaptığımız tedaviler sırasında bunların soluyacağımız şekilde havada asılı kalmasını sağlıyoruz. Kullandığımız cihazlar hava ve su püskürtüyor, bu püskürtme sonucu, tükürüğün içindeki mikro organizmalar havaya dağılabiliyor. Bu durumda hem biz hekimler, hem çalışanlar hem de hasta risk altında. Bu açıdan kendimizi çok iyi korumamız lazım.
Dünyada uygulanan “infeksiyon kontrolü protokolleri” ile bu koruma kriterleri çok iyi oluşturulmuş. Yurt dışında bunlara her hekimin uyma zorunluluğu var. Türkiye’de ise bu durum hekim inisiyatifine, vicdanına ve bilgisine kalmış. Hekimin bu protokolleri izlemesi, öğrenmesi, uygulaması ve uyguladığını da hastasına göstermesi lazım. 


Diş Klinikleri steril olduklarını nasıl belgeleyecek?

Birçok hastalığın kuluçka devresi var. Henüz belirtiler ortaya çıkmamış olabilir ama o hasta taşıyıcı olabilir. Bu yüzden her hastaya bulaşıcı hastalık yayacakmış gibi muamele etmek durumundayız. Bunun için diş hekimliğinde infeksiyon kontrol zinciri dediğimiz kurallar var. Biz Diş Dostu Derneği olarak dünyadaki bu kuralları inceledik ve bunu uygulamak isteyen kliniklere bu bilgiyi sunuyoruz. Hekimlere eğitimler veriyoruz. Hekimler uyguladıkları infeksiyon kontrol protokollerini hastalarına göstermek istiyor. Gerekli denetimlerden geçerek Diş Dostu Klinik belgesi almayı da bu nedenle tercih ediyorlar.

'Bugün restoranlara bile temizliğine ilişkin belgeler asılı'
 
İnfeksiyon kontrolü 2-3 senede bir değişen bir bilgi . Çünkü hem bakteri ve virüs bilgileri hem de buna karşı yapılan savaş değişiyor.Bunun için kendimizi yenilemeliyiz. Bu eğitimleri diş hekimlerine vermeye başladık ve aynı zamanda web sitesinde canlı olarak yayınlıyoruz. Diş hekimleri yaptıkları sterilizasyonu hastalarına gösterebilsin ve şeffaf olsun diye uluslararası bir denetleme firmasıyla beraber çalışıyoruz. Diş hekimleri şartlarını düzenleyerek bu belge için başvuruda bulunabiliyorlar.
 
Hastalar nelere dikkat etmeli ?

Diş hekiminiz ağzınızla temas edecek her aleti önceden sterilize etmiş olmalıdır. En güvenilir sterilizasyon cihazı, yüksek sıcaklıkta sterilizasyon sağlayan otoklavdır. Diş hekimi, aletleri otoklavda sterilize etmelidir. Eğer hekim sterilizasyon cihazı olarak sadece kuru sıcak hava sterilizatörü kullanıyorsa her türlü alet ve malzemesini yeterince sterilize edemez.

Hastaların diş hekimlerinde dikkat etmesi gereken konular 

1) Dişhekiminiz ve yardımcıları önlük, eldiven, maske, gözlük gibi kişisel koruyucu bariyerler kullanıyor mu?
2) Her hastadan sonra yüzeyler dezenfekte ediliyor mu ya da koruyucu örtüler değiştiriliyor mu?
3) Kullanılan sterilizasyon cihazı otoklav mı?
 
 
Detaylı bilgi için: http://www.disdostu.org

01 Mart 2012

Sağlık için her gün bir bardak kefir için!


Orta Asya ve Kafkasya’dan gelen bu doğal, probiyotik ürün, sütün kefir taneleriyle mayalandırılması sonucu elde ediliyor. Kemik gelişimi için çok önemli bir mineral olan kalsiyumu yüksek ölçüde barındıran kefirde, doğal yoğurt bakterilerinin yanı sıra yararlı probiyotik bakteriler bulunuyor. Probiyotik bakteriler, hem vücudun bağışıklık sistemini güçlendiriyor hem de bağırsaklardaki zararlı mikroorganizmaların gelişmesini engelleyerek sindirim sisteminin düzenli çalışmasını sağlıyor. Karaciğer yağlanmasını azaltıcı etkisi de bilinen kefir, kabızlık ve gaz sorununun giderilmesine yardımcı oluyor. Kefir ayrıca güçlü bir protein kaynağı olarak da tüketiliyor.

Bağışıklık sisteminin zayıfladığı soğuk havalarda her gün bir bardak kefir

Türkiye’nin ilk kefir üreticilerinden Eker Gıda, herkesi özellikle bağışıklık sisteminin zayıfladığı soğuk havalarda her gün bir bardak kefir içmeye davet ediyor.Süt ve süt ürünleri sektöründe 35 yıllık tecrübeye sahip Eker, sağlıklı ve kaliteli bir yaşam için herkesi kefir içmeye çağırıyor. 2000 yıldır insanlar tarafından sağlık ve güzellik iksiri olarak tüketilen kefir, zayıflamaya da yardımcı oluyor.


Türkiye’nin ilk kefir üreticilerinden Eker Süt Ürünleri AŞ’nin Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Nevra Eker, “Modern üretim tesislerimizde 2005 yılından bu yana kefir üretiyoruz. Geleneksel lezzetlere ve sağlığa önem veren bir firma olarak; her yaş grubuna, özellikle bağışıklık sistemimizin zayıfladığı kış aylarında, soğuk havalarda kefir içmeyi öneriyoruz. Tüm ürünlerimizde olduğu gibi kefiri de Eker kalitesi ve güvencesiyle sunuyoruz” diyor.

29 Şubat 2012

KARPAL TÜNEL SENDROMU MOUSE VEYA KLAVYE TUTAN ELLERİ SEVİYOR!

Ellerinizde ve bileklerinizde ağrı, hissizlik ya da uyuşukluk var mı? Bu yakınmalarınız özellikle geceleri sizi uyandıracak kadar şiddetleniyor mu? Eğer yanıtınız ‘evet’ ise dikkatli olun,  sizde genellikle klavye ve mouse’u sık kullanan kişilerde sık görülen ve tedavi edilmezse günlük hayatı oldukça kısıtlayan ‘Karpal Tünel’ sendromu olabilir”

Yrd. Doç. Dr. İbrahim Sun
International Hospital
Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı
 
Karpal Tünel Sendromu, el parmaklarının hareket etmesi ve hissinin sağlanmasında büyük rol üstlenen ve median sinir olarak adlandırılan yapının sıkışması sonucu ortaya çıkan bir hastalık. Sinir sıkışmaları arasında en sık görülen ‘Karpal Tünel Sendromu’ klavyede yazarken veya mouse kullanırken el bileğini sürekli bükülü pozisyonda tutan veya el bileğine sık sık yük binen işlerde çalışan kişilerde daha sık ortaya çıkıyor.Ellerde gelişen yakınmalarda mutlaka bir hekime başvurulmalı. Çünkü geç kalındığında sendrom ilerleyerek kaslarda güçsüzlüğe ve kas erimesi olarak bilinen atrofiye neden oluyor. Bunun sonucunda hasta yazı yazmak ve araba kullanmak gibi günlük aktivitelerini yapmakta büyük güçlük çekiyor, hatta poşet bile taşıyamaz hale gelebiliyor. Üstelik erken tanı konulduğunda ilaç veya fizik tedavi ile geçebilecek olan bu sendrom ilerlediğinde tek çözüm ameliyat oluyor.
 
KARPAL TÜNEL SENDROMU NEDİR?

Karpal tünel, bilek düzeyinde bulunan median sinirin geçtiği bir kanal. Boyun bölgesinden çıkıp bileğe kadar uzanan median sinir elde birçok kasın uyarılmasını üstleniyor. İşte bu kanal boyunca median sinir çeşitli nedenlerden dolayı el bileğinde basıya uğrarsa, sinir sıkışmaları arasında en sık görülen ‘Karpal Tünel’ Sendromu ortaya çıkıyor.

AĞRI GECE UYANDIRACAK KADAR ŞİDDETLİ OLABİLİYOR

Karpal Tünel Sendromu’nda hastalar en sık el ve bilekte, gece uykudan uyandıracak kadar şiddetli olabilecek ağrıdan yakınıyor. Parmaklarda uyuşma ve hissizlik de sinir sıkışmasının bir diğer tipik belirtisini oluşturuyor. Sinir sıkışması genellikle ilk 3 parmakta ve 4. parmağın yarısında, uyuşma ile ağrı sorununa yol açıyor. Bu sorun bazı hastalarda ise sadece 3 veya 2 parmakla sınırlı kalabiliyor. İlerleyen dönemde ağrı şiddetlenirken, uyuşma hissi de artıyor. Bunun sonucunda hasta araba kullanmakta, saçlarını taramakta, telefonla konuşmakta, yazı yazmakta, bardak, tabak veya poşet gibi nesneleri tutmakta, hatta kağıdı kavramakta bile büyük bir güçlük çekebiliyor.

EN BÜYÜK RİSK EL BİLEĞİNİ UZUN SÜRE BÜKÜLÜ TUTMAK

HER BEL AĞRISI FITIK DEĞİLDİR.

''Bel ağrısıyla ilgili doğru bilinen birçok yanlış var. Yanlış bilinenlerin yanında bir de yanlış uygulamalar var.''

Prof. Dr. İhsan ERTENLİ
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı
Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi

Erişkin yaş grubunda bel ağrısı sıklığı % 70-80’dir. Yani çoğumuzun hayatımızın bir döneminde beli ağrır. Ve yazık ki bel ağrısı ile halk arasında bilinenlerin çoğu yanlıştır. Her bel ağrısının bel fıtığı olduğundan uzun süre yatak istirahatının gerektiğine, film ve MR çekilmeden tanı koyulamayacağına, ameliyat olmadan iyileşme olmayacağına kadar birçok yanlış inanışın yanı sıra “bardak çekmek, sülük sarmak, bel çektirmek” gibi pek çok yanlış uygulama da sık gördüğümüz ve tehlikeli olabilecek uygulamalar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çoğu hastaya beliniz ağrıyor mu? diye sorduğunuzda “evet benim bel fıtığım var” cevabını alırsınız. Oysa bel ağrılarının % 90-95’i “basit bel ağrısı” dediğimiz, mekanik olaylardan kaynaklı ağrılardır ve 4-6 hafta içinde ilaçla veya ilaçsız kendiliğinden geçer. Bel fıtığı, bel ağrısı nedenleri arasında yaklaşık % 5’lik bir grubu oluşturur. Bacak ağrısının eşlik ettiği veya daha baskın olduğu durumlara halk arasında “siyatik” denir, ki bu da aslında bir bel fıtığı bulgusudur. Yaygın inanışın tersine çoğu hastada ameliyat gerekmez, 4-12 hafta içinde iyileşme görülür. Ameliyat ancak ağır sinir basısına bağlı olarak güç-duyu kaybı olan durumlarda veya geçmeyen şiddetli ağrı varlığında gerekli olur.
 
“Alarm bulguları”


Bel ağrısı olan hastada “alarm bulguları” dediğimiz bazı bulgular bel ağrısının önemli olabileceği konusunda hekime ipucu verir. Hastanın yaşlı olması, ağrının travma sonrası ortaya çıkması, uzun süren şiddetli ağrı varlığı, ateş, kilo kaybı gibi infeksiyon varlığını veya sistemik hastalık varlığını düşündüren bulguların olması ve ”inflamatuar bel ağrısı” adını verdiğimiz tablonun görülmesi bel ağrısının önemli olduğunu ve ileri tetkikler ile araştırılması gerektiğini gösterir.

“Ankilozan spondilit” olabilirsiniz.

İnflamatuar bel ağrısı “ankilozan spondilit” dediğimiz ve omurgayı hareketsiz hale getiren hastalığın en önemli ve erken görülen bulgusudur. Erken teşhis ve tedavi ile uzun sakatlık gelişiminin engellenebilecek olması nedeniyle hastalığın erken tanısı çok önemlidir. Oysa bütün dünyada hastalığın iyi bilinmemesi nedeniyle tanıda ortalama 7-10 yıllık gecikme olmaktadır. Kırk yaşından önce başlayan, üç aydan uzun süreli, sinsi başlangıçlı, hareket ile azalan, istirahat ile artan, sabah kalkınca belde tutukluğu eşlik ettiği, gece sabaha karşı ağrının arttığı, yer değiştiren kalça ağrısın eşlik ettiği ağrı inflamatuar bel ağrısıdır ve araştırılması gerekir.





28 Şubat 2012

"Nadir" Hastalıklar Türkiye’de Milyonlarca İnsanı Etkiliyor

Tek tek bakıldığında çok az sayıda hasta olduğu için "Nadir" olarak nitelendirilen hastalıklar tüm dünyada 250-350 milyon insanı etkiliyor. Çoğunlukla genetik nedenlerden kaynaklanan bu hastalıkların yaygın görüldüğü ülkeler arasında Türkiye de yer alıyor. Türkiye'de nadir hastalıkların pençesinde yaklaşık 5 milyon insan olduğu tahmin ediliyor.

28 Şubat 2012, İstanbul. Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği (AİFD)-Williams Sendromu, SSPE, CAPS, Fabry, Duchenne Kas Distrofisi, ADA Ciddi İleri Bağışıklık Eksikliği, Ailevi Akdeniz Ateşi ve daha niceleri... Büyük çoğumuzun adını bile duymadığı “nadir hastalıklar” olarak tanımlanan bu hastalıklar dünyada çok az sayıda insanda görülüyor. Avrupa Birliği tarafından 2.000 kişiden 1 kişiyi veya daha azını etkileyen hastalıklar “nadir” olarak kabul ediliyor. Dünya üzerinde halen 6.000-8.000 arasında nadir hastalık bulunuyor. Bugün dünyada 250-350 milyon insanın nadir hastalıklarla mücadele ettiği tahmin ediliyor. Türkiye’de ise yaklaşık 5 milyon kişinin nadir hastalıkların pençesinde olduğu tahmin ediliyor.

29 Şubat ’ta Nadir Hastalıklara dikkat çekiliyor!

Nüfusun genelinde nadir olarak rastlanan bu hastalıklara dikkat çekmek için takvimde de “nadir” olarak görülen 29 Şubat “Dünya Nadir Hastalıklar Günü” olarak kabul ediliyor. Tüm dünyada nadir hastalıklar konusunda farkındalığı artırmak, bu hastaların sorunlarına toplum ve karar verici otoriteler nezdinde dikkat çekmek için her yılın Şubat ayının son günü çeşitli etkinlikler düzenleniyor.

Nadir Hastalıklar Günü ilk olarak 2008 yılında 46 ülkede 502’den fazla nadir hastalık hasta derneğini temsil eden bir sivil toplum kuruluşu olan EURORDIS tarafından kutlandı. Uygulama, 2011'de 56 ülkeden hasta derneklerinin katılımı ile genişledi.

5 yaş öncesi çocuklarda ölüm oranı yüzde 30

Yüzde 80'i genetik nedenlerden kaynaklanan nadir hastalıklar genellikle kronik, ilerleyici, dejeneratif ve hayatı tehdit edici özelliklere sahip. Çoğunlukla hastanın vücut fonksiyon kontrollerini kaybetmesi nedeniyle hastaların yaşam kalitesi bozuluyor. Hasta ve ailesi için sıkıntılı ve acı verici bir sürece neden oluyor.

Genetik nedenlerden kaynaklanmayan diğer nadir hastalıklara enfeksiyonlar (bakteri veya virüs), alerjiler ve çevresel etkenler gibi farklı nedenler yol açabiliyor.Yüzde 75’i çocukları etkileyen bu hastalıklar 5 yaş öncesi çocuklarda yüzde 30 oranında ölüme neden oluyor.

Ölümlerin en büyük nedeni nadir hastalıkların erken teşhis edilememesi

Nadir hastalıklarda en önemli sorunlardan biri konuyla ilgili farkındalık ve bilgi düzeyinin düşüklüğü ve dolayısıyla erken teşhis edilememesi. Ayrıca, teşhis koymak için yeterli nitelikte ve sayıda laboratuar ve/veya ekipman olmaması da önemli bir sorun. Hastalar uygun kalitede sağlık hizmeti bulmakta, tedavi ve bakıma erişmekte güçlük çekiyorlar. Tüm dünyadaki nadir hastaların ancak yaklaşık yüzde 10'unun tedavi olanaklarına ulaşabildiği tahmin ediliyor. Bunun yanında nadir hastalıklar hakkında araştırma sayısının az olması da bu mücadeleyi zorlaştırıyor.

Acil adımlar atılmalı!

Uzmanlar Türkiye'nin ve dünyanın nadir hastalıklara karşı kapsamlı bir yaklaşım uygulaması gerektiğini vurguluyor. Bu kapsamda, uygun ulusal sağlık politikalarının geliştirilmesi, bilimsel araştırmalarla ilgili uluslararası işbirliğinin artırılması, yeni teşhis ve tedavi prosedürlerinin geliştirilmesi büyük önem taşıyor. Ayrıca toplumun konu hakkında bilinçlendirilmesi, hasta grupları arasındaki iletişimin güçlendirilmesinin yanı sıra bu hastalıkların tedavisinde kullanılacak ilaç ve tıbbi cihazlara erişimin artırılması önemli rol oynuyor.

İlaç Ar-Ge'si nadir hastalıkların tedavisi için çok önemli

Yenilikçi ilaç ve biyoteknoloji firmaları, insanlığın yaşam kalitesini yükseltecek yeni ilaç ve tedaviler geliştirmek amacıyla her yıl dünya çapında 120 milyar dolardan fazla Ar-Ge yatırımı yapıyor. Bu yatırımlar içinde, yaygın hastalık tedavilerinin yanı sıra nadir hastalıkların tedavisinde kullanılan yeni ilaçların geliştirilmesi çalışmaları da yer alıyor. Yeni ilaçlar milyonlarca insan için umut oluyor.









SEDEF HASTALIĞINDA EŞ ZAMANLI UYGULANAN PSİKOLOJİK TEDAVİLER SONUÇLARI POZİTİF ETKİLİYOR

Dermatolojik hastalıkların çoğu, başkaları tarafından görülebilir olmaları nedeniyle hastanın yaşam kalitesini hem kişisel, hem de topl...